İlk dönem Avantgarde filmlerin 1920’lerde, ressam ve fotoğraf sanatçıları tarafından yapıldığını düşündüğümüzde, İsveçli ressam Viking Eggling, Alman ressam Hans Richter, Alman ressam ve mimar Walter Ruttmann, Fransız ressam Fernand Léger, Fransız ressam ve kolajcı Marcel Duchamp, Alman ressam Oskar Fischinger, İspanyol ressam Salvador Dali ve Londra’da film yapan Yeni Zelandalı Len Lye, bu ilk dönem içerisinde yer alır. Plastik sanatlardaki türlü akımın gölgesinin sinematografiye düşmesi, tüm bu sanatçıların etkisiyle “Avantgarde” hareketini meydana getirir.
Özel dosyamızda Avantgarde kavramını, Ekspresyonizm, Fütürizm, Kübizm ve Dadaizm gibi hareketlerin genel yansımasına verilen isim olarak kullandık. Bu sebeple Avantgarde’ı, etkilendiği akımlardan tamamen ayrıştırmadan, onlardan aldığı unsurları organik yapısına ekleyerek, onun bir akıma dönüşüm evresine ayna tutmaya çalıştık. Kübist dönemin başatlarından Fernand Léger’nin Ballet Mécanique’i (1924), Sürrealizmi beyazperdeye uyarlayan ilklerden Louis Feuillade, René Clair’in Entr’acte’si (1924), Sürrealizm ile Dadaizm dengesini tuttururken en büyük ilham kaynağımız olan Luis Buñuel, Dziga Vertov, nevi şahsına münhasır Germaine Dulac, Sürrealist olarak tanımlansa da Avantgarde için de bir öncü sayılan The Blood of a Poet’in (1932) yönetmeni Jean Cocteau ve tabii ki yakın dönem örneklerden Alejandro Jodorowsky ve Gaspar Noe, “Yaşlı Kıta Avrupa: Avantgarde Cinémathèque” adıyla hazırladığımız özel dosyamızın vazgeçilmezleri oldular. Konusunu halk oylamasıyla belirlediğimiz dosyamızda yer veremediğimiz Sovyetlerin montaj okulunu, Fluxus ve Rus konstrüktivizmini, büyük üstat Georges Mélies’i, Jean Epstein, Abel Gance gibi Fransız öncüleri, René Clair’in ağabeyi Chomette’i, diğer yandan Murnau ve Dreyer’i, Dimitri Kirsanoff’u ve 1931 tarihli Jean Taris, Champion de Natation filmiyle yalnız şiirsel sinemaya öncülük etmeyip Avantgarde sinemanın erken örneklerinden birini de ortaya koyan Jean Vigo’yu, Avantgarde’ın yolunu aydınlatan Avrupalılar olarak analım.
Sizi, Jim Douglas Morrison’ın “Sinema; simyanın mirasçısı, erotik bir bilimin son üyesi.” sözüyle, bu “bir çeşit sahte ölümsüzlük bahşeden” filmlerde kendi bilinçaltınızı bulmak üzere, dosyamıza alalım.
Keyifli okumalar. (Dilan Salkaya)