1947 Eylül’ünden on bir yıl sonra, bir akşam annesi, babası ve David’le birlikte, bir öncekinden pek de farklı olmayan bir günü daha tamamlamayı bekliyorlardı. Stephen’ın aklında bir süredir dolaşan öyküler, abisiyle beraber kendilerine ait bir şeyler yayımlamaya ilişkin hayallere gebeydi. Sakin bir çocuk sayılmazdı; sıra dışı hayal gücünü besleyen en önemli unsur, içindeki fırtınalı ruhtu. Ve o ruhu tatmin edebilmek için maceranın peşinde korkusuzca ve büyülenmişçesine gözü kapalı gitmeye hazırdı.
O sırada babası ayağa kalktı, bir sigara içeceğini söyleyerek kapıya yöneldi. İçeridekilere dönüp baktı, sonra paltosunu giyip dışarı çıktı. Ardından kapattığı kapıdan da bir daha asla içeri girmedi. Babasını bilinmez bir karanlıkta kaybedişi, hayatına gizemin kapılarını araladığında Stephen henüz on bir yaşındaydı. David’le birlikte ilk öykülerini yayımlayacağı gazeteyi basmalarına bir yıl, ilk romanı Carrie‘nin basımına ise on beş yıl vardı. Bundan sonraki hemen her ânını kelimelerin, fantastik dünyaların ve edebiyatın yolunda geçireceği uzun soluklu roman bekliyordu onu; Stephen, korkunun üstüne gitmeyi işte o an öğrendi ve uzun, çok uzun bir soluk alarak yazmaya başladı.
21. yüzyılın “Gerilimin Ustası” unvanını hak eden en üretken ve bir o kadar başarılı yazar Stephen King, bugün sayısız öykü ve romanla kitaplık raflarının demirbaşı hâline gelmişken, bir yandan beyazperdeye uyarlanan eserlerinin sayısı da romanlarıyla yarışmaya başlıyor. 1994’te The Shawshank Redemption ile uzun yıllar IMDB’nin en yüksek puanlı filmi olarak listelerde yer alan King, 2017’de vizyona giren It‘e kadar onlarca uzun ve kısa metrajlı filmin öykülerini besledi. Zekice kurguladığı gerilim öykülerinde özgünlüğünü hep koruması sayesinde bugün edebiyat dünyasında olduğu gibi beyazperdede de kendine bir yer edinen yazar, gerilim türüne kuşkusuz, bambaşka bir soluk getirdi.
Bakalım Stephen King eserlerinin kamera önündeki örneklerinden derlediğimiz koleksiyonumuz, bizleri hangi karanlık gizemlere davet ediyor…