Ömür boyunca hiç değişmemek için ne yapmak gerekir? Issız bir adada yaşayan bir insan bile ilk insanların geçirdiği evreleri geçirecektir illa ki. Başka bir insan değiştirmese bile, onu doğa değiştirecektir önünde sonunda. Doğduğumuzda bilgilerle doğup sonradan mı hatırlıyoruz; yoksa her şeyi yaşamdan mı öğreniyoruz sorunsalının içinden çıkmamız mümkün değil. Ama bilebileceğimiz tek bir şey varsa, o da hepimizin doğduğumuz zamandan farklı bir benliğe sahip olduğudur; her geçen saniye kazandığımız iyi ya da kötü deneyimler sayesinde farklı bir benlikle yeniden doğmuş olduğumuzdur. Dürüst Bir Adam’ın (2017) Reza’sının (Reza Akhlaghirad) yaşadıklarını da buna bağlayabiliriz aslında. Reza, iyi bir aileye sahip, iyi bir işe sahip, iyi düşüncelere sahip dürüst bir adamdır. Diyebiliriz ki, her şeyi iyi olan bir insanın başına neden bir şey gelsin ki? Ama malesef gerçek hayatta karma inancı her zaman tutmuyor. İran filmlerinde yaygın bir şekilde kullanılan ve başına her kötü şey geldiğinde bunu dine bağlayan bu inanç gerçek hayatı yansıtmayı pek başaramıyor. Reza, yaşadığı toplumdaki herkesin eşit güçleri olduğuna inanarak bazı davranışlarda bulunuyor ve tabii herkesin eşit güçleri olmadığını en acı haliyle öğreniyor. Para ve ona kölelik yapan kas yığınlarına sahip olanların kendilerini tanrı zannettiğini öğreniyor. Gücü olanın insanların hayatını ellerinden alabileceklerini öğreniyor. Yıllarca kendi elleriyle birer birer inşa ettiği yaşamını yerle bir etmenin çok kolay olduğunu da öğreniyor. Ne düşündüğünün ya da nasıl bir insan olduğunun hiçbir önemi olmadığını öğreniyor. Tüm bunlar Reza’nın kişiliğini parçalamaya başlıyor. Kendisinin bile anlayamadığı bir hızla evriliyor ve en sonunda “Dürüst Bir Adam”dan eser kalmayacak birine dönüşüyor. Artık dürüst adam rüşvet vermiştir; adam öldürmüştür. Öldürdüğü adamın şekline bürünmüştür. Çünkü hayatta kalmanın tek yolu, onu mahveden adam gibi olmaktır. Tıpkı kendisine yapıldığı gibi başkalarının işlerini elinden almak, hayatlarını yok etmektir hayatta kalmanın sırrı. Kurtuluş, kötü adam olmaktan başka bir yol sunmamaktadır ona. Nefret ettiği sistemin başına geçmektir aynı zamanda kurtuluş. Ama nefret ettiği insana dönüşmenin bedelini vicdanen belki de bir ömür boyu çekecektir Reza.
Reza’nın dönüşümünü adım adım acı çekerek izlerken diğer yandan da filmde yapılan toplumsal eleştiri dikkatimizi çekiyor. Feodal düzenin İran’ı terk etmediğini görebileceğimiz filmde, az da olsa dini eleştiri de yapılıyor. Reza’nın eşi Hadis’in müdiresi olduğu okulda bir kızın, din hakkında “uygunsuz” kelimeler sarf ettiği için okuldan atılmasının ardından ailesinin yaşamak zorunda kaldığı olayları ara ara görüyoruz. Farklı düşüncelere sahip olmanın insan hayatını karartacak kadar kötü görüldüğü bir yerde yaşamanın acısına tanıklık ediyoruz. Kızın intiharı sonrası cenaze sahnesi ise başlı başına saatlerce tartışılabilecek bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Öğrencinin müslüman mezarlığına gömülmesinin engellendiğini gören Reza’nın sözleri ise hepimizin kalbinden geçenlerin özünü oluşturuyor: “Onun da cennete gireceğinden mi korkuyorsunuz?” Kimlerin cennete, kimlerin cehenneme gideceğine insanların karar verip tanrıcılık görevini üstlenmesi tüm dünyanın ortak paydada buluştuğu tek nokta dahi olabilir. İyi ya da kötü bir insan olmanın öneminin olmadığı bir toprakta yaşamanın zorlukları ise dünyanın geri kalanından sizi ayıran noktadır.
İran sinemasının harika bir örneği olan Mohammad Rasoulof yönetmenliğindeki Lerd (Dürüst Bir Adam), izleyiciye bolca hüzün verirken sinemasal olarak bakıldığında fazlasıyla tatmin edici oluyor. Uluslararası Malatya Film Festivali’nde izlediğimiz en güzel filmlerden olduğu gerçeğiyle birlikte, İran sinemasında güzel bir iz daha bırakıyor.