Japonyalı yönetmen Hirokazu Kore-eda’nın filmlerine hâkim olan ölümün, ardında yarattığı duygular ve durumlar ile aile ilişkileri ve belirsizliklere, 2001 yapımı Distance filminde de rastlanılır. Hikâye edinilen terör saldırısı ve ardından gelişen durumlar, her ne kadar gizem/gerilim yaratmaya uygun olsa da; Kore-eda filmin girişinde tüm olayı bir radyo anonsu aracılığıyla anlatarak dikkati farklı bir merkezde toplamaktadır. Yakınlarını kaybeden dört karakterin ölen kişilerle kurdukları -ya da kuramadıkları- ilişkileri hakkında düşünceye itilmeleri anlatılır. Bu ilişkileri anlamak için, ölüm kavramı karşısındaki tutumların kültürel açıdan farklılık gösterdiğini göz önünde bulundurarak, hem Kore-eda’nın hem de Japonya’nın yaklaşımına bakmak yerinde olacaktır.
Ölüler, somut varlıklarının yitimiyle yaşam alanından çıkmış sayılmamakta; bununla beraber yakınlarının hayatlarından sıyrılmayıp onların yaşamlarında ve zihinlerinde aralarındaki ilişkiyi koruyarak, hatta evirerek sürdürmektedirler. Bu açıdan ölümün süpürüp götüremediği ve ardında bıraktığı, yaşamaya devam eden hayatlar vardır. Zihinlerde yer edinmiş, farklı yaşamlara değip de doğmuş olan hatıralar canlılığını korudukça, kişilerin ölümü var olmanın ve yaşamanın ayrı birer yüzü sayılmaktadır. Japon kültüründe de ölümün bu yüzü görülmektedir. İnsanlar yaşamlarında, yakınlarının ve sevdiklerinin önceden kurmuş olduğu ve ölümlerinden sonra sürdürmekte oldukları etkilerinin payını da, devam eden varlıklarının bilinciyle göz ardı etmemektedirler. Bu açıdan bakıldığında ölümün, var olanı yok etmenin aksine var oluşa yani bir sürekliliğe dönüştüğünü söylemek yerinde olacaktır. Böylesi türden bir dönüşümün ve hatta evrilmenin imkânı elbette ki bellek ve hatırlayış ile mümkün kılınır. Kişiler kurdukları yakın ilişkilerin karşılığını, deneyimledikleri duygusal etkilenimlerle beraber belleklerinde saklar.
Bu korunum üzerinden de, hatıralarını kurup hatırlamaktadırlar. Hatıraların yeniden ve sürekli keşfi ile kişilerin gündelik yaşantıdaki varlıkları bir kenara çekilse de, hatıralar ve birliktelikler canlılığını koruyarak başka türden bir yaşamı devam ettirirler. Böylece denebilir ki, artık ölen kişinin tek bir varlığı yoktur; birçok kişinin kendisinde taşıdığı ve yaşattığı birden fazla varlığa sahip olur. Kore-eda için böylesi korunumlar önemli olduğu gibi, hayatın belirsiz sınırlardan oluştuğunu da filmlerinin hatırında tutulur. Bu sebeple birbiri içine geçmiş kaotik ilişkilenmeler, eliptik bağlantılar ve anlam bulutları Distance (2001) boyunca yayılmıştır. Kore-eda, verdiği bir röportajda babasıyla olan ilişkisinden bahsederken şunları söyler: Babamla epey mesafeli bir ilişkimiz vardı; aramızda hiçbir zaman gerçekten derin bir konuşma geçmedi, oldukça yüzeyseldik. Fakat bir gün evimizi temizlerken elime bir oyun tahtası geçti ve o an hatırladım ki, o oyunun nasıl oynanacağını bana babam öğretmişti. İşte bu hatıranın yeniden keşfinde, babamın ölümünden sonra dâhi onunla olan ilişkimi büyütmeye ve geliştirmeye devam edebildiğimin farkına vardım.
Distance (2001) da, ölülerinin gölgesinde yaşamaya devam eden karakterleri konu edinir. Kastedilen mesafe kavramı da bu noktada etkin hale gelir. Karakterler başta olmak üzere filmde bulunan birçok öge, konumlanışı itibariyle mesafe kavramına değinmektedir. Öncelikle, biyokimyasal saldırı düzenleyen dinî gruba ve üyelerine dair bir topluluk olarak hiçbir direkt bilgi sunulmamaktadır. İzleyiciye bu konumdan konulan mesafelerin ilki burada başlar. Bir diğer açıdan ise izleyici, saldırı sonrası intihar etmiş yakınlarını anma amacıyla giden dört karakter ile sınırları belirsiz bir mesafe düzeyinde ilişki kurmaya itilir. İzleyici için gören kamera, karakterlerin orman yolculuğunu şimdiki zaman olarak almakta, öncesi ve sonrasıyla pek fazla ilgilenmeden orada bulunuşları üzerinden portrelerini çizmektedir. Karakterler kulübeye istemsiz olarak itilirken, aynı zamanda bu durum yüzleşme ya da hatırlamaya itiliş olarak görülebilir. Bu deneyim süresince de, her birinin duygulanımlarını görsel olarak yakalayıp aktarma kaygısı mevcuttur. Anlatım olarak da, düz bir çizgi üzerine sabitlenmiş zaman ve mekân kullanımlarının dışında hareket edilerek, her şeyi anlayıp kavramadaki zorluğun bilinciyle dört karakter örülmüştür. Bu sayede film, ölümün ardında kalanlara ve sürüp gidenlere yaklaşarak, bir olmayışın/yitimin etrafında şekillenip kurulur.
Filmin, ortasına alarak çerçevelediği orman ve kulübe bölümünde; karakterler orada bulunuşlarıyla zihinlerinin farklı bir hâlini deneyimlemektedir. Tıpkı ölülerin vücutlarının ötesinde farklı bir yol ile varlıklarını sürdürmeye devam etmeleri gibi, onlar da yaşadıkları hayatın apayrı bir yüzünde bulunurlar. Bununla beraber mekân ve zaman da oldukça değişkendir. Filmin ortasına konumlanan bu durum yine düzenin saptanamadığı, daha içsel durumlara yönelerek gece ve ormanda geçerken, çerçeveye alan parçalar ise şehir yapılanması arasından aktarılır. Kamera kullanımında bu noktada, zaman ve mekâna bağlı olarak farklı stiller uygulanmıştır. Özellikle zamanda geriye dönüşlerde sabit kamera kullanılırken, orman sonrasındaki sahnelerde yüksek binaların arasındaki parklara yerleştirilmiş çiftler de sabitlenmiş bir çerçevede hareket ederler. Önceleri belgesel deneyimi de bulunan yönetmen Kore-eda, hareketli kamera kullanımına dair düşüncelerini röportajlardan birinde şöyle ifade etmektedir: Bir belgesel çekmek istediğinizde, gerçeklik üzerinize ne getirip yüklüyorsa onu alıp uyarlamak zorundasınız. Ayrıca hızlı karar verebilme yetisine de ihtiyaç duyarsınız. Kurguyu göz önünde bulundurarak, belgesel usulüyle film yapmanın imkânsız olduğunu düşünürdüm. Çünkü her şey zaten senaryoda ve öyküde düşünülüp hazırlanmıştır. Distance (2001) filminde ise her zaman hareketli el kamerası kullanarak oyunculardan geleni yakalayayım istedim, bu aynı zamanda öykünün dışına çıkmayı da barındırıyor.