Bu yıl 12.si düzenlenen Palto Film Günleri’nde birbirinden çarpıcı filmleri izleme şansı yakaladım. Ama beni hem konusu hem de anlatımıyla en çok etkileyen Woman At War filmi oldu. Gerek İzlanda’nın yemyeşil doğasını izlemek gerekse mücadeleci bir kadın karakterin maceralarının peşinden gitmek beni oldukça etkiledi. Bu yazımda kısaca filmde dikkatimi çeken birkaç olgudan bahsetmek istedim.
Halla orta yaşlı bir müzik öğretmeni aynı zamanda da ses getiren eylemlere imza atan bir çevreci aktivist. Yerel bir alüminyum fabrikasına bireysel olarak savaş açmış durumda. Elektrik direklerini sabote ederek fabrikanın çalışmasını engelliyor. Yaptığı eylemler hükümet yetkililerinin ve halkın oldukça dikkatini çekiyor. Halla tam planının en önemli kısmını harekete geçirmek üzereyken uzun zaman önce umudunu kaybettiği bir konudan haber alıyor. Bundan dört yıl önce bulunduğu evlatlık edinme telabinin kabul olduğunu ve kendisini Ukrayna’da bekleyen dört yaşında kimsesiz bir kız çocuğu olduğunu öğreniyor. Halla hem anne olmak hem de çevreci eylemlerine devam etmek arasında ikilemde kalıyor.
Yönetmenliğini Benedikt Erlingsson’un üstlendiği Woman At War 2018 yapımı bir İzlanda filmi. İlk gösterimini Cannes’nın açılışında gerçekleştiren filmin senaryosu ise Benedikt Erlingsson ve Olafur Erligsson’a ait. Woman At War aynı zamanda Critics’ Week kategorisinde en iyi senaryo ödülünün de sahibi.
Woman At War’da İzlanda’nın olağanüstü doğasına Erlingsson’ın sıradışı anlatımı eşlik ediyor. Woman At War çok katmanlı yapısıyla birden fazla olguyu filmin içerisinde barındırıyor. Bunlardan ilk sırada gelen kuşkusuz Halldora Geirharosdottir’in canlandırdığı Halla karakteri. Güçlü ve sağlam bir karakter olan Halla ataerkil toplumun biçtiği kadınlık rollerini tersinleyen ama bunları yaparken de erkekleşmeyen bir karakter. Öyle ki Halla’yı ok atarken, kamp kurarken, kaçarken, saklanırken, plan yaparken, eyleme geçerken, iktidarı alt ederken görüyoruz. Öte yandan film özel hayatında gayet düzenli ve sakin bir hayata sahip, evlat edinerek anne olmak isteyen bir Halla da çiziyor.
Film Halla’nın eylemlerinin iktidar tarafından nasıl yorumlandığını dahası nasıl çarpıtılarak yansıltıldığını da gösteriyor. Halla’nın sabotaj girişimleri, alüminyum fabrikasının çalışmasını durdurmaya yetmiyor. İktidar Halla’nın Woman At Mountain takma adıyla yaptığı eylemleri ülkedeki sorunların sebebi olarak gösteriyor. Halla’nın yaptığı eylemler ise toplum tarafından kendi özgürlüklerine yapılan birer saldırı olarak algılanıyor.
Filmde yer alan ideoloji eleştirisi sadece iktidarın medya iletişim araçlarıyla kullandığı söylemler de sınırlı değil. Devletin şiddetini ve ötekileştirmesini de espirili ama çarpıcı bir dille beyazperdeye yansıtıyor film. Halla’nın eylemleri henüz faili meçhulken polis koyu renk tene sahip olan genç bir turisti defalarca şüpheli olarak suçluyor. Polisin suçlamalarla ilgili tek geçerli sebebi ise koyu tenli turistin tesadüf eseri eylemlerin gerçekleştirildiği bölgelere yakın bir konumda bulunması. Her eylemden sonra şüpheli olarak gözaltına alınan, kötü muamele edilen turist bir bakıma yabancı olana karşı duyulan korkuya da dikkat çekiyor. Filmde her ne kadar genç turistin tekrar tekrar gözaltına alınması komik olsa da film, yabancı olgusunun her koşulda korkulan, tehdit olarak görülen bir durum olmasına da ince bir eleştiri getiriyor.
Filmin belki de en can alıcı sahnesi finali. Filmin sonunda Halla‘nın bindiği otobüs yoğun yağış sebebiyle sel sularına kapılıyor ve Halla tüm yolcularla birlikte zorlukla otobüsten inip suların içinden yürümek zorunda kalıyor. Film aslında finaliyle Halla‘nın tüm eylemlerinin sebebini, belki de filmin amacını yalın ama etkili bir şekilde izleyicisine aktarmış oluyor.