Tatilin 2. günü her zaman güzeldir. Zira ilk günün yorgunluğu ilk gece uykusuyla atılmış, şehrin karmaşasından uzak bir noktada sakin ve huzurlu bir güne uyanmışsındır. Nasıl güzel olmasın?!
Heleki Marble’a günaydın diyerek güne başlamak insanın tüm yüklerini omzundan alıp götürür. Tatile giderken bir yığın nedenden girmiş olduğum zorlu psikolojik sürecin etkilerini, daha ilk günden atmam ne kadar “cennet” bir adaya düşmüş olduğumun en büyük göstergesi.
Hadi şimdi biraz bu güzelliklere göz atalım:
Araba kiralayanların yasaklı noktalarından biri olan Marble Beach, aldığımız yolun o kadar da korkutucu olmadığını gördüğümüzde bizi şaşırtıyor ve hatta beni, acemi şoförü, şoför koltuğuna geçiriyor. Toprak yol ne de olsa, akıcı değil ve 2. vitesten öteye geçmiyoruz. Hadi diyorum sevgili şoförümüz Zeynep’e ve yer değiştiriyoruz.
Yolumuz 5 km’cik ancak belirttiğim gibi toprak olduğu için biraz zaman alıyor. Ancak neticede süper bir sürprizle karşılaştırıyor bizi: Ege’nin Maldivler’i yanı başımızda!
Marble Beach, mermer yataklarıyla neredeyse iç içe, küçük mermer parçalarının üzerine konumlanmış bir plaj. Beyaz üzerine serilmiş denizin rengi tam tabiriyle turkuaz. O kadar ufak ve ilgi gören bir koy ki, maalesef buraya gitmek için sabah saat 9 bile geç bir saat olabiliyor. Manzara bu kadar muhteşem ve çerçevenin içinde bu kadar insan olunca o an karar veriyoruz ki buraya bir kez daha gelinecek, kalan tek sabahımız olan 3. günün gün doğumunda…
Kalabalığa rağmen gördüğümüz manzarayla çıldırıyor ve manzaranın keyfini çıkarıyoruz. Bir de frappe sipariş ediyoruz ufacık büfesinden, o zamana kadar içtiklerimizin en iyisi olan (hatta tatil boyu içtiğimiz en iyisi).
Saat 10’a doğru buradan kalkmanın vakti geliyor ve hemen yanıbaşındaki, otel sahibimizin tavsiye ettiği Porto Vathy’ye atıyoruz kendimizi. Porto Vathy, Türkiye’nin çeşitli popüler tatil mekanlarındaki beachlerle yarışacak düzeyde bir beach. Lakin tek farkı olan girişinin ve otoparkının ücretsiz olmasıyla –ki gittiğimiz bütün beachler öyleydi- efsane bir fark atıyor bizimkilere.
Hemen etrafında mermer işlenmesi (orada olduğumuz gün aktif değildi) ve denizin yüzeyinin mermer tozu olmasını umursamazsanız Marble kadar güzel bir denize girdiğinizi söyleyebilirim. Burada uzun uzun soluklanıyor, yemeğimizi de söylüyor ve müziğin keyfini çıkarıyoruz.
Bir güne 2 durak yeter mi? Bize tabi ki yetmez, La Skala’dayız. Yine çamlar denize uzanıyor, yine konforlu bir yerdeyiz. Huzur günün teması oluyor.
Buraya gün batımına doğru geldiğimiz için gölgede salıncakların keyfini çıkarıyoruz. Akşam yiyeceğimiz büyük yemeği hak etmek için kendimizi denizde yormayı da ihmal etmiyoruz. Her yerde olduğu gibi burada da yeme-içme uygun, otopark var ve giriş, şezlong ücreti yok. Sınıfsal ayrımlar yaratmak sanıyorum ancak bize özgü bir durum. Hiç buralara girmeden otelimizin yolunu tutalım ve bir sonraki büyük akşam yemeğimiz için giyinelim.
Bu kez yine otel sahibimizin önerisiyle deniz mahsullerinde bir diğer başarılı restoran olan Mesogeios Restoran’a gidiyoruz.
Resme konu lezzetleri mideye indirip hesaba göz attığımızda bizi oldukça şaşırtan bir tesadüfle karşılaşıyoruz. 2 gün, 2 farklı menü, 2 farklı restoran ve gelen hesap aynı: €47.40. Tesadüfün böylesi!
Akşam yemeğinde yenenleri sindirmek için, Thassos’un merkezinde yapılan ufak yürüyüşler pek fayda getirmiyor. Thassos’un merkezi oldukça küçük ve dükkanlarında da pek ilgi çekici bir şey bulmak mümkün değil. O nedenle buralardan hediye falan almak niyetindeyseniz, alabileceğiniz en güzel şey sanıyorum zeytin olur…
Sonraki gün sabah 7’de otelden çıkışımızı yapıp Marble’da güzel bir fotoğraf çekimi yapmak niyetiyle günümüzü sonlandırıyoruz. Umarım bakması keyifli bir fotoğraf seçkisi olmuştur. Sonraki günün güzelliklerini bir sonraki yazıya saklayarak burada bir es veriyorum. Keyifli okumalar!
Sevdiniz mi? Pek daha fazlası Dünya Kaç Bucak? ta!