Ölmeden önce öleceği öğrenilen bir adamın, yakın arkadaş çevresinin dirlik ve düzenini nasıl da darmaduman ettiğini tatlı tatlı anlatmaya çalışan Aimer, boire et chanter, yakınlarda kaybettiğimiz Alain Resnais’den bir sinema ve hayat vedası. Alain Resnais’in belki de kendini Riley üzerinden kurguladığı ve ‘’daha ölmedim/ölecek olsam bile siz yaşayacaklara taş çıkartırım’’ mesajını verdiği hayal edildiğinde, filme ve onun sinema aşkına duyulabilecek saygı da birçok açığın üstünü örtmemize neden oluyor. Eksikleri-gedikleri katmadan hesaplaşıyor, helalleşiyoruz. Filmdeki muhasebe de hayatı özetler nitelikte, aile, cinsiyet ve zaman kavramları üzerinden yürüyor. Defterler dürülüyor, yırtılıyor ve birleştiriliyor. Eski defterler ardına kadar açılıyor. Hâliyle de üstümüz başımız toz oluyor. Bir zamanlar derin anlamlar ifade etmiş onca şeyi, geçmişin hatırına değerli bulup; çöpe atmaya kıyamayacağımızı, dolayısıyla nostaljiye tutkun yakınlarımıza hediye edebileceğimizi hissettiren bir film bu. Mizahındaki antikalık da eski tip bardaklarla dolu vitrinlere bayılan kuşağın, anne-babalarımızın veya daha büyüklerimizin yakın durabileceği türden. Kadrajında olduğu gibi, salonun da yaşlı insanlarla dolduğu bu seyirde; salonu kaplayan bir vitrinden bardaklar ikram etti Resnais. Kim içinde, neyi bulduysa; onu içti.