76. Cannes Film Festivali’nin Altın Palmiyeli filmi Anatomy of a Fall (2023), başrollerinde Sandra Hüller, Milo Machado Graner ve Swann Arlaud’nun yer aldığı, Justine Triet tarafından yönetilen bir hukuk draması. Jane Campion ve Julia Ducournau’dan sonra Altın Palmiye’nin sahibi üçüncü kadın yönetmen olan Triet, seyirciyi gevşek bir gerilim eşliğinde gerçeğin ne olduğuna dair bir gizemle baş başa bırakıyor.
Şehirden uzak bir dağ evinde yaşayan Sandra, Samuel ve oğulları Daniel’in hayatı Samuel’in beklenmedik ölümüyle bir anda sarsıntıya uğruyor ve böylelikle geride kalanlar kendilerini olayın nasıl gerçekleştiğiyle ilgili bir bulmacanın içinde buluyor. Samuel’in pencereden düşüşünün intihar veya kaza mı yoksa eşi Sandra tarafından gerçekleştirilen bir cinayet mi olduğu ise büyük ölçüde olayın tek “görgü tanığı” olan görme engelli Daniel’in işitme duyusuna kalıyor. Bu noktada film, gerçeğin bilinemez olduğu bir durumda, gerçek ve yalanla nasıl başa çıkılacağı sorusu üzerine inşa ediliyor. Hem Fransız hukuk sistemi hem de Daniel doğru, yalan ve şüphenin birbirine arapsaçı gibi karıştığı bir torbadan el yordamıyla ayıklama yaparak hakikate ulaşmaya çalışırken iş içinden çıkılamaz bir hale geliyor. Böylece topal adımlarla gerçek avına çıkan karakterlerin çabaları büyük ölçüde kesişiyor. Hikâyesini geniş anlamda hakikati bulabilmenin imkânı/ imkânsızlığı üzerine kuran film, bir yandan da mahkeme ve Daniel’in mustarip olduğu ortak çaresizlik üzerinden insanlar tarafından yaratılan modern hukukun, insanlarla paylaştığı acziyeti gözler önüne seriyor. Diğer taraftan da hem bu bilinmezlik hem de çözümün yegâne anahtarının Daniel’in görmeyen gözleriyle tereddüt eden kulaklarına bağlı olması Attila İlhan’ın Cinayet Saati şiirini akla getiriyor. “Cinayeti kör bir kayıkçı gördü/ ben gördüm kulaklarım gördü”. Daniel da şiirdeki gibi cinayeti/ intiharı/ kazayı, kulaklarıyla görüyor ve bulmacayı güvenilirliğine hem inandığı hem de inanmadığı kulaklarıyla çözmeye çalışıyor. “Hiçbiriniz orada yoktunuz” diye devam eden İlhan gibi, Daniel de yaşanmamasını dilediği bir olayın tek tanığı olmanın yüküyle cebelleşiyor.
“Benim hakkımda ne duydun bilmiyorum ama…”
Anatomy of a Fall’un cinayet/ kaza/ intihar ihtimalleri arasında dolaşan hikâyesi, bu seçeneklerin doğasıyla zıt bir biçimde pahalı şaraplar, peynirler ve bembeyaz kar manzarası eşliğinde dağ evinde gerçekleşen bir parti havasında yaşanıyor. Ancak her partinin olmazsa olmazı müzik, bir süre sonra partide yaşanan sevimsiz bir olayı ısrarla hatırlatırcasına tekrar ediyor. Olayın yaşandığı sırada yüksek sesle çalan 50 Cent’in PIMP adlı parçasının Bacao Rhythm ve Steel Band tarafından yeniden yorumlamış hali (cover’ı), insanın omzuna parmağıyla arka arkaya vuran sevimsiz bir tanıdık gibi, Sandra ve Daniel’in peşini bırakmıyor. Olay anında çalan parça, kendini davanın her duruşmasına ve dava dışındaki incelemelere de zorunlu olarak taşıyor. “I dont know what you heard about me” (Benim hakkımda ne duydun bilmiyorum) diye devam eden sözlerini kendi zihninde dolduran seyirci, parçanın enstrümantal versiyonunu arka arkaya dinliyor.
Filmden çıktıktan sonra günlerce aklımıza takılacağını daha filmin ilk sahnesinden anladığımız bu şarkı eşliğinde aynı zamanda Sandra ve Samuel’in karakterlerinde geleneksel kadın-erkek rollerinin tersine çevrilmiş birer yansımasını izliyoruz. Evde kalıp oğluna bakmayı seçen bir baba olan Samuel ve toplumun kendisinden beklentilerini geri plana koyarak anne olduktan sonra kariyerini bir kenara atmayan Sandra arasındaki gerilime mahkeme salonundaki geriye dönüş sahneleriyle (flashback’lerle) şahit oluyoruz. Bu anlamda başarılı bir yazar olarak hayatına devam eden bir kadına yöneltilen suçun, onun toplumsal rollere uygun bir “sadık eş” ve “cefakâr anne” olması ihtimalinde de aynı mı olacağı meselesiyle karşılaşıyoruz. Başka bir deyişle, Sandra ailesi için saçlarını süpürge eden bir kadın olsaydı onu cinayetle suçlamak daha mı zor olacaktı, diye soruyor Triet seyirciye.
Maddi Gerçeğe Karşı Şekli Gerçek
Filmde, davaya konu olan olayın aslı hakkında bir yargıya varmanın zorluğunun, hem mahkemeyi hem de seyirciyi maddi gerçeği öğrenme idealinden şekli gerçeğe razı olmaya ittiğinden de bahsetmek gerek. Modern ceza hukuku sistemlerinde maddi gerçeği araştırma ilkesi, hâkime sunulan delillerle yetinmeyip uyuşmazlık konusu olan olayın gerçekten nasıl yaşandığını ortaya koyma sorumluluğu yükler. Böylece şüpheyle başlayan ceza davasının, şüphenin sona ermesi yani gerçeğin tam anlamıyla ortaya çıkmasıyla bitmesi amaçlanır. Ceza muhakemesindeki bu ilkenin karşısında ise medeni hukuk şekli gerçeğin araştırılmasıyla sınırlıdır. Ancak filmde tanık olduğumuz dava bir ceza muhakemesi olmasına rağmen, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması konusunda başarısız oluyor ve davanın taraflarını ancak suyun üzerindeki doğruyla, bir başka deyişle şekli gerçeklikle idare etmek durumunda bırakıyor. Bu noktada Daniel’e eşlik etmesi için mahkeme tarafından görevlendirilen yardımcının dediği gibi, gerçek bilinemez olduğunda yapılacak tek şey gerçek hakkında bir “karar” vermek oluyor.