Hayatımızı nitelendiren, ona yön veren, güzergâhında nerelere uğrayacağını belirleyen şeyin, öncelikli olarak kader veya tamamıyla irademizin dışında gerçekleşen bir düzen olduğuna inanmıyorum doğrusu. Zira insan, içinde bulunduğu koşullara uyum sağlamaya yönelik bir yaşam dürtüsüyle hareket eder. Bu da koşullar her ne olursa olsun yeni bir uyumu, yeniden kuruluşu, kökten bir inşayı hem mümkün hem de mecbur kılar. Dolayısıyla insanı insan yapan temel unsurlardan biri de yaşam koşullarını etraflıca okuyup mümkün olan en ‘iyiye’ doğru şekil alabilmesidir. Peki, burada zikredilen ‘iyi’nin tanımı ve sınırları nedir?
İnsan çözümlemesi ve kader konularına gelindiğinde birbiri ucuna düğümlü sorular, dünyaya gelen her insanla beraber yeniden dile gelir ve bambaşka yanıtlar bulur. Henry Sugar’ın, konuğu olduğumuz harikalarla dolu hayatı da nitekim kader, iyilik, insanın kendini şekillendirmesi, faydacılık gibi konuları, Galli yazar Roald Dahl’ın kalemi ve Wes Anderson’ın masalsı objektifiyle bizlere yeniden ikram ediyor. Üstelik beyazperdenin rengârenk süzgecinden geçerek âdeta bir şeker tadında!
The Wonderful Story of Henry Sugar (2023), Dahl’ın aynı adlı uzun hikâyesinden uyarlanan bir kısa film. Ancak Anderson, sadık bir film uyarlamasının ötesine giderek nitelikli bir çocuk kitabı illüstrasyonuna mimetik bir katman ekler gibi Dahl’ın satırlarını kelimesi kelimesine canlandırıyor. Temponun hiçbir sekansta düşmediği; aksine, merak ve masalsı bir gizemle gittikçe arttığı kurgunun başrolünde Benedict Cumberbatch’ın canlandırdığı Henry’i izliyoruz. Bir arkadaşının evinde, kütüphanenin rafları arasında vakit geçiren Henry, bir yandan da mal varlığını kısa yoldan artırmanın yollarını düşünmektedir. Bu sırada kitapların arasında bir doktora ait olduğunu anladığı, kara kaplı bir günceye rastlar. Doktor, bizzat tanık olduğu ve inanması hayli güç bir vakanın notlarını kaydetmiştir burada: gözlerini kullanmaksızın görebilen adamın tuhaf hikâyesini. Hindistan’daki bir Yogi’yle uzun yıllar çalışarak nihayetinde gözleri kapalıyken dahi görme yetisi kazanan bu adam, Henry’nin zihninde yepyeni sorulara ve hayallere gark olur. Mademki böylesi bir yeti kazanmak mümkündür, ‘Neden olmasın?’ diye geçirir Henry. Neden gözlerini kullanmadan nesnelerin öte yüzünü görmesin? Neden bu yeteneği kullanarak kart oyunlarında, sözüm ona bahtını(!) kendi lehine döndürmesin?
Sonunda Henry, kısa yoldan kazanç elde etmenin yolunu bulmuştur böylelikle. Başarıncaya dek bu işe gönül vermeyi zihninde kararlaştırdıktan sonra kahramanımız hemen çalışmalara başlar. Esprili bir üslupla aktarılan bu ‘dile kolay’ süreçte Henry, evvela birkaç dakika boyunca tek bir düşünceye odaklanmaya çalışır. Sürecin sırf bu kısmı bile haftalar, hatta aylar alır. Nihayetinde odaklanma süresini beş dakikaya çıkardıktan sonra bu defa gözleri kapalıyken önündeki nesnelerin arka yüzlerini görmeye çalışır. Daha da zor olan bu süreçle de on bir ayını geçirir. Fakat her bir gün, her hafta, her ay, saniye saniye de ilerlese Henry’e inanılmaz bir yetenek kazandırmaktadır.
Günlerinin artık neredeyse tamamını odaklanma ve görme çalışmalarına adayan Henry, sonunda istediği yeteneği elde etmiştir: Gözlerini kullanmadan istediği her kartı, üstü örtülü her şeyi görebilmektedir. Yeteneğini uygulamada da denemek için derhal Londra’nın en ünlü poker salonuna gider ve ilk gecede otuz bin pound kazanır. O, kucağındaki kocaman banknot destesiyle neler yapacağını düşünedursun, bizler de hikâyenin bu aşamasında daha ne gibi inanılmaz, büyük hamlelerin geleceğini kestirmeye çalışırız. Peki, kurgu böyle mi ilerler?
Roald Dahl, hemen her öyküsünde birbirinden farklı muziplikler icat ederken kurguları da dinleyicileri şaşırtmak üzerine örülür. Burada da Henry Sugar karakteriyle beklentileri iyice yükselerek zirveye taşınmış olan dinleyici, bir patlama ânı bekler. Fakat “Eğer bu hikâye bir kurgu olsaydı,” diye araya girer Roald Dahl kimliğiyle bizlere seslenen anlatıcı, “şimdi kahramanın başına beklenmedik bir şey gelmesi gerekirdi.” Ya onulmaz bir hastalığın pençesinde bulurdu kendini yahut pokerde dev bir hamle ile dillere destan bir zenginliğe konardı. Ancak bu sorulara klasik kurgu düzeninin dışında yanıtlar vererek hikâyesine farklı bir boyut kazandırmak ister Dahl. Ve termodinamiğin ikinci yasası olan entropiyi, yani enerjinin düzensizliğe doğru akışını tersine çevirir. Henry, potansiyelinin tamamını kullanabileceği patlama noktasına ulaştığı anda tüm şevkini, heyecanını, hırsını yitirir birden. Evinin balkonuna çıkar, kocaman para destesindeki her bir banknotu Londra sokaklarının boşluğuna bırakır. Amaca ulaşmanın verdiği ‘doruk noktası coşkusu’, entropinin aksine durağanlıkla noktalanır. Yani Henry, fizik kanunlarına göre ilerlemesi beklenen kaderinin dümenini kendi arzusuyla, durgun suların olduğu bir karaya doğru çevirmiştir. Zira onun arzularını besleyip ateşleyen esas şey kasa kasa biriktireceği para desteleri değil, ona böylesi inanılmaz bir öykü yaşatan deneyim sürecidir. Bu süreç, daha ‘yüce’ bir katman sağladığı için sonucun kendisinden daha kıymetlidir üstelik.
Kumar yoluyla kısa yoldan mal varlığı elde eden bir kimsenin öyküsü, erdemden ve ahlâkî değerlerden yoksun olacağından Dahl, bu noktada kahramanına epik bir boyut kazandırmak için sürece ‘iyilik’ amacını ekler. Öykünün anlatıcısı, Henry’e kazandığı parayı yüce, iyi bir amaç uğrunda harcamadığı sürece bir önemi olmayacağını, vicdani bir arınma veya mutluluk getirmeyeceğini salık verir. Bu öğütle Henry, hikâyesini yeniden ateşleyecek bir ‘süreç amacı’ bulmuş olur. Kazancının tamamını çocuk hastanelerine ve esirgeme kurumlarına vakfedecektir. Böylelikle kurgu, yönünü tekrar entropi yasalarının güzergâhına çevirerek klasik epik düzenine uyumu sağlamış, Henry Sugar’ı da bir epik kahramana dönüştürmüştür.
Kadim bir folklor ürünü olan masalı; hareketli temposu, renkli sahneleri, esprili dili ve gizemli üslubuyla beyazperdeye uyarlayarak ‘şeker tadında’ bir izlek sunan film, olay bütünlüğünü sağlarken edebiyatın klasik kurgu kurallarıyla da bir oyun oynamıştır adeta. 2021 yılında Roald Dahl’ın eserlerinin sinema uyarlaması için telifini alan Anderson, bu amaçla 2009 yılında giriştiği ilk çalışması Fantastic Mr. Fox’un üzerine çok şey katmış olduğunu gösterir. The Wonderful Story of Henry Sugar, orijinal esere cümle cümle sadık kalsa da sinematografik anlamda özgün bir yapımın ortaya konduğu kuşkusuzdur. Özellikle postmodern dokunuşlarla kurgu-gerçeklik algısı arasında oynayan film, “eğer bu bir kurgu olsaydı” sorusuyla masalsı gizemi daha da çetrefilli bir örgüye dönüştürür. Nitekim 80. Venedik Film Film Festivali’nde izleyicisiyle buluşan ve Netflix platformunda yer alan yapım, aldığı övgüler ve olumlu eleştirilerle Anderson’ın listesindeki diğer Roald Dahl uyarlamaları için şimdiden heyecanlı bir kitle oluşturmayı başarmış.
“Bir masal izlemek istiyorum,” dediğiniz, gizem ve mizahla dolu bir büyülü gerçeklik dünyası arayışındaysanız, buyurun Şeker Henry’nin inanılmaz öyküsüne…