30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali ulusal yarışma seçkisindeki on bir filmden biri olan ve festivalden Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Sanat Yönetmeni ödülleriyle dönen Annesinin Kuzusu filminin yönetmeni Umut Evirgen ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar…
Röportaj: Nazlı Esen ALBAYRAK & Hilal ÖNAL
Annesinin Kuzusu, dünya prömiyerini 30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştirdi. Görebildiğimiz kadarıyla ulusal yarışma seçkisindeki diğer filmleri de izlemeye özen gösteriyorsunuz. Festival nasıl geçiyor? Sizin bu süreçte seyirciyle kurduğunuz iletişim nasıldı? Söyleşide aldığınız etkileşimleri de düşündüğünüzde beklentilerinizi karşılayan veya karşılamayan noktalar neler oldu?
Benim ilk filmim de Adana’da yarışmıştı, hatta bir Altın Koza almıştık. Daha en başında Türkiye’deki ilk gösterimi Adana’da yapalım istemiştik. Ekibimizde de çok Adanalı olduğu için seyirciyle iyi bir iletişim kurduk. Necip Memili, Kubilay Aka, bizim müziklerimizi yapan Saki Çimen, hepsi Adanalılar. O yüzden çok iyi geçti festival bizim için, keyifliydi.
Annesinin Kuzusu, sinemamızda son yıllarda oldukça sık karşılaştığımız bir konuyu ele alıyor. Aile şiddeti, izlemeye çok aşina olduğumuz bir mesele ama naçizane fikrimiz bu sorunun genellikle negatif bir bakış açısıyla ele alındığı yönünde. Eskiden bu temada filmleri çok izlemezdik. Sizce bu dönüşümün sebebi nedir?
Aile kutsaldır görüşüne sorgusuz bir şekilde inanmayı tercih etmiyorum. O yüzden bu temalardan gitmeyi seviyorum. Kutsallaştırmak ve hiç eleştirmemek, aile kurumunu başka bir yere koymak bana çok doğru gelmiyor. Biz filmde tarafsız durmaya çalıştık. Anneyi de babayı da çocuğu da insanlar farklı şekilde yorumlayabiliyorlar. Buna benzer çok yorum aldım seyirciden de. Kimisi anneyi çok haklı buluyor, kimisi babayı, kimisi çocuğu. Bazısı “Çocuk neler çekti” derken bazısı da “Ama çocuk da annesine hiç iyi davranmıyor” diyor. Aileyi kötüleyeyim ya da aile kavramını aşağı çekeyim gibi bir derdimiz de yoktu. Daha objektif bir yerde, çocuğun duygusunda kalmaya çalıştım. Onun ne hissettiğine dair bir şey yazmaya çalıştım.
Karakter isimlerine ayrıca değinmek gerektiğini düşünüyoruz. Murat, Güneş, İnanç… Bu isimlerin kendi içlerinde bir bütünlük oluşturduğunu görüyoruz. İlk olarak hangi karakterin ismini koydunuz? Diğerleri nasıl şekillendi? Bu süreçten de biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında filmin son taslağında biz Murat’ın hikâyesine döndük ama benim ilk beş-altı taslağım Güneş’in hikâyesiydi. Annenin kendi yolculuğuydu bu film. Feride Çiçekoğlu ile de bu noktada birleştik. Feride Hoca bana “Bunu güzel anlatmışsın ama duyduğun, gözlemlediğin bir şeyi anlatmışsın. Bence bir erkek çocuğun duygusundan ilerlersek bu film daha iyi bir yere gelir, daha objektif olur” dediği için ana karakterimizi Murat olarak değiştirdik. Yani ilk karakter Güneş’ti ama sonradan çocuğun duygusunda kalmanın daha doğru olacağını düşünüp Murat’a çevirdik.
Filmde Güneş karakterinin geçmişi çok travmatik. İlkokul öğretmeninden anneannesine, annesinden üvey babasına pek çok kişiyle yaşadığı sıkıntılı durumlara şahit oluyoruz. Sizce Güneş’in yaşadığı hangi duygu diğerlerine oranla daha baskın?
Ben Güneş’in hikâyesinde aslında şunu anlatmaya çalıştım; bir insan görmediği, hissetmediği duyguları kendi çocuğuna aktarabilir mi? O sebeple bu karakterin arka planını anlatmak değerliydi benim için. Çünkü hiçbir ebeveyn çocuğuna kötü davranmak, onu kötü muameleye maruz bırakmak ya da onda bir travma yaratmak istemez. Bunlar bilinçsizce, farkında olmadan yapılıyor. O yüzden ben Güneş’in kendi hayatında ne yaşadığını anlatmak istedim ki Murat’a neden öyle davrandığının bir açıklaması olsun. Sevgisizlik ya da yurtsuzluk gibi bir tarafı tutmadım. Daha ziyade, nelere maruz kaldığını göstermeye çalıştım. Ön planda tuttuğum tek bir duygu olmadı.
Filmin çok başarılı bir sanat ve görüntü yönetmenliği var. Sizin bu konuda özellikle dikkat ettiğiniz kısımlar nelerdi?
Mahkeme sahneleri filmde en çok prova yaptığımız, sete çıktığımızda en rahat ettiğimiz kısımdı. Kim ne yapacağını, kamera nerede duracağını çok iyi biliyordu. Sanat da en çok o mekânla uğraştı. Ön hazırlığı sağlam geçti. O yüzden mahkemeden ben de çok memnunum. Sebastian çok iyi bir görüntü yönetmeni. Daha önce de görüntü yönetmeni olarak çok başarılı isimlerle çalışmıştım ama ilk defa biri beni böyle silkeledi. “Şu an buraya kamerayı koyuyoruz ama kimin duygusundayız?” diye sürekli tartıştığımız bir görüntü yönetmeniydi. Işıkla, görselle uğraşmaktan çok gerçekten işin dramasıyla uğraştı. Çok başarılıydı o yüzden. Meral’in kariyerine zaten söyleyecek bir söz yok. Nuri Bilge’nin filminde de o vardı, Fikret Reyhan’ın filminde de. Meral’le çalışmak da çok konforluydu. Biz ön hazırlıkta çok iyi anlaştık, öyle bir ekip kurduk. O yüzden çok iyi bir ahenk yakaladık, hiç zorlanmadık. Fikir ayrılığına da çok düşmedik. Sadece arada tartışmalar oldu. O tartışmalar da “Neden bunu yapıyoruz, nasıl yapalım?” şeklindeydi. Gereksiz gösterişten kaçalım derdindeydik. O yüzden iyi bir uyum oldu diye düşünüyorum. Zaten zor bir senaryo. Bir sürü zaman atlaması var, geri gidiyoruz, öne geliyoruz. Bazı yerler zamansız, tamamen çocuğun duygusunda, iç hapishanesindeyiz. O yüzden sanat yönetmeni çok önemliydi filmde. Altın Koza’da en iyi sanat yönetmeni ödülünü aldı Meral, çok hak ettiğini düşünüyorum.
Film aslında birçok klişeyi kırıyor. Genç bir erkeğin babası üzerinden şekillenen travmaları yerine annesiyle olan yaşanmışlıklarını baz alıyor. Mesela filmin giriş sahnesinde Murat’ın annesinin sesini tekrar eden plağı kırması, bu döngüden eninde sonunda çıkacağının bir işaretiydi diyebilir miyiz?
Tamamen özgürleşebiliyor mu Murat, bundan emin değilim. Tam filmin sonunda “Tamam, artık yüzümü güneşe döneceğim” diye bir çıkışı var ama bir yandan annesinin adı da Güneş. Yine annesi beliriyor orada. O yüzden tamamen özgürleşmek mümkün mü veya buna gerek var mı, ben de çok iyi bilmiyorum. Babayla dertleşmeler, sorunlar daha çok anlatıldı bence de sinemada. Anne kutsaldır diye bir inanışımız var çünkü. Biz de tam onun üstüne gitmek istedik.
Anne ile babanın sanat galerisi gibi bir ortak noktası olması fikri nasıl belirdi? Sanat galerisinin buradaki önemi nedir?
Orada anneyle babanın ne kadar farklı arka planları olduğunu göstermek istedik. Babanın oğlu için değil, kendi için yaptığı bir sünnet düğünü var mesela. Gösterişli ve kendini ön plana koyduğu bir düğün. Anne de tam zıttı bir karakter. Bir köşede oturuyor sadece. Yani çocuğun bir tarafı daha sanat; diğer tarafı daha şaşaa, gösteriş, daha ataerkil…
Yine naçizane fikrimiz, filmin hikâyesine izleyicinin çeşitli sebeplerle çok da dahil olamadığı ya da başka bir deyişle herhangi bir karakterle ciddi özdeşlik kuramadığı yönünde. Film o kadar metafor ekseninde ilerliyor ki bir noktadan sonra bu sembolizm izleyiciyi filmin hikâyesine yabancılaştırıyor. Senaryo da taraf tutmaktan bir hayli kaçınmış zaten fakat bu sembolik anlatım, seyircinin de taraf tutmaması için özenle seçilmiş demek doğru olur mu?
Ben aslında öyle düşünmüyorum. Soru-cevap kısmında bir tane öğretmenden aldığımız sorudan yola çıkarak söylüyorum. Bu öğretmen, Kenan’ın hayatındaki iki kadın, yani Monica ve Güneş karakterleri üzerinden yargıya vardığı bir soru sordu. Herkesin filmde bağ kurduğu bir karakter olduğunu düşünüyorum.
Annesinin Kuzusu ismi de gerçekten çok yerinde ve çok manidar. Film boyunca Murat için “Gerçekten kuzu mu, yoksa kurban mı?” diye düşünüyoruz. İsim seçme süreci nasıl ilerledi?
İlk taslakta Güneş‘ti adı. Ana karakterin kadın olduğu bir noktadaydık daha, onun hikâyesinden gidiyorduk. Çocuğun duygusuna geçince annesinin kuzusunun hikâyesini anlatalım dedik. O yüzden Annesinin Kuzusu oldu ismi.
Replikler yine vardı ama filmde, değil mi? “Annesinin kuzusu” diyordu Güneş?
Evet, replikler hep vardı.
Oyuncu seçimi süreci nasıl ilerledi peki? Çok başarılı oyunculuklar izledik çünkü. Başka türlü senaryo seyirciye bu şekilde geçmeyebilirdi.
Mine Güler’le çalıştık cast direktörü olarak, o yüzden de kendimi şanslı hissediyorum. En başta çok farklı isimlere gitmeyi düşünüyorduk. Hatta bazı oyuncularımız bir şekilde kendi rollerini kendileri aldılar da diyebiliriz. Necip Kimya’da (2021) konuk oyuncuydu. Bu filmden bahsetmiştim. Bir gün kapımı çaldı. Saçını yana taramış, bıyık bırakmış, karnına eşofman üstü koyup göbek yapmış. Şive yaparak geldi, “Ben oynayacağım bu karakteri” dedi. O aldı gerçekten rolü. Kadın karakterin de yaşı daha gençti. Selin’le bir sohbet esnasında onun kendi hayatından bir şeyleri dinledim ve filmi ona yazmışım gibi hissettim. Biz kadın karakter için elliye yakın audition almıştık ama rolü audition’sız Selin’e verdik.
Hiç doğaçlama var mı peki repliklerde?
Hatice Aslan dışında geri kalan herkes metne bağlı oynadı. Bir tek Hatice’nin sünnette, kamera onda değilken doğaçladığı yerler var. Bu kısımlar da kurguda hoşumuza gitti. Filmi biraz rahatlatan bir karakteri var Ayşe’nin. Ne kadar kötü bir karakter de olsa nefes aldırıyor filme. Hatice de enteresan bir karakter çıkardı. Bir de Necip’in İngilizce konuşmasını hiç planlamamıştık. O da çok güzel oynadı. Doğaçlama olarak bunlar var. Bir de tabii çocuklar çok iyiydi, onu söylemem lazım. Çocuklarla çalışmak beni çok korkutuyordu aslında ama Tuğçe ve Burak Ali çok profesyonel çıktı. Bayağı şanslıydım o konuda da. Çok iyi iş çıkardılar.
Bundan sonraki projeleriniz hakkında neler söylemek istersiniz?
Feride Çiçekoğlu’yla çalışmak benim için çok değerliydi. Yeni bir senaryom daha var, belki bu sürece Feride Hoca da yeniden dahil olur. Annesinin Kuzusu‘nun festival süreci bittikten sonra yeni filme yoğunlaşacağım.
Son olarak, filmin festival yolculuğu devam edecek mi diye soralım. Belirli bir vizyon tarihi var mı?
Kasım’da Goa Film Festivali’ne ve Ankara Film Festivali’ne gideceğiz. Sonra Türkiye’de festival süreci devam edecek. Vizyon tarihi henüz belli değil. Festival sürecinin bitmesine yakın vizyona gireriz diye düşünüyorum.