Upton Sinclaire’in Oil! / Petrol! (1927) adlı kitabından uyarlanan There Will Be Blood / Kan Dökülecek (2007), adını daha önce Boogie Nights (1997), Magnolia (1999) ve Punch Drunk Love (2002) gibi önemli yapımlarla duyurmuş olan Paul Thomas Anderson imzasını taşıyor. Daniel Day-Lewis’in mükemmel bir performansla canlandırdığı Daniel Plainview rolü ona en iyi erkek oyuncu Oscar ödülünü kazandırmıştı. Yine aynı ödül töreninde görüntü sihirbazı Robert Elswit de en iyi sinematografi dalında altın heykelciğe değer görülmüştü. Karanlık besteleriyle kompozitör Jonny Greenwood’un filme katkısını da göz ardı etmemek gerek. Eli ve Paul Sunday karakterlerine hayat veren Paul Dano’yu, H.W. kompozisyonuyla Dillion Freasier’ı ve Bay Plainview’in sağ kolu Fletcher’ı canlandıran Ciaran Hinds’i de ayrıca anmalı.
Madencilik sayesinde fakirlikten kurtulan Daniel, kuyu kazmaktaki becerisiyle petrol arayışına girişir. Kuyu kazarken ölen arkadaşının kundaktaki bebeğini yanına alarak, yokluk çeken çorak ülkesinin dört bir yanını gezmeye koyulur. Hırsı, keskin zekâsı ve girişimci ruhuyla halka kurnaz teklifler sunar. Ancak petrol arazilerinin arsa fiyatıyla satın alınmasında herkese oğlu diye tanıttığı H.W.’nun melek yüzü ikna edicidir. Çünkü bu şirin çocuk sayesinde Daniel, tüccar yönünden ziyade aile babası kimliğini vurgulamakta ve halkın sempatisini kazanabilmektedir. Bir gün Paul Sunday adında birisi çıkagelir yanına, kendisine o zamana kadar görebileceği en büyük petrol vadisinin yerini söyleyerek Daniel’in hayatını değiştirir. Bir petrol devi olma yolunda emin adımlarla ilerlerken birden karşısında Paul’un ikiz kardeşi muhafazakâr Eli bitiverir. Önceleri bu genç adamın dindar tutumunu pek önemsemez fakat sonra görür ki Küçük Boston halkını kontrol edebilmesi için Eli’yi ve onun Üçüncü Devrim Kilisesi’ni ciddiye alması şarttır. Çok para kazanması ve hedeflediği ‘denize’ ulaşması içinde bulunduğu vaziyette pek de mümkün görünmez gözüne. Ancak Daniel ne pahasına olursa olsun asla pes etmez.
2007’nin en dikkate değer filmlerinden birisi olan Kan Dökülecek, petrol kaynakları için kan döken insanları anlatarak Amerika’nın Irak işgali konusunda sergilediği muhalif duruşla da dikkat çekmişti. Filmin sade fakat paradoksal kadrajlarla kurduğu görsel dilse hayli dikkat çekiciydi.
Bay Genişbakış
Yalnız maden arayıcısı, bulduğu maden karşılığında kendisine ödenen çeke adını yazar, Daniel Plainview.
Plainview soyadı Türkçeye ‘Açıkgörüş’ ya da “Genişbakış” olarak çevrilebilir. Liberalizmi, girişimci Amerikan ekonomi-politiğini çağrıştıran bir soyisimdir bu. Ayrıca ‘plain’ sözcüğü ‘açıklık’, ‘netlik’ gibi anlamlarının yanı sıra ‘düzlük’, ‘engebesizlik’ ve ‘ova’ gibi manalara da gelmektedir. Dolayısıyla açılıştaki Coyote Tepeleri’nin görüntüsüyle Daniel’in düzlüğü, ovayı içeren soyadı bir tezatlığı doğurur. Onun misyonu başından bellidir sanki, o tepeleri dümdüz etmek için vardır. Bu misyonu da, adeta kendi göbeğini yeni kesmiş ihtiyar bir çocuk gibi kuyudan çıkıp o tepelere doğru sürünürken edinmiştir.
Filmin ilk 14 dakikasında hiç konuşma yoktur. Tüm olaylar geniş çerçeveler içinde ‘izlenerek’ takip edilir. Dramatik hatlar tamamıyla görseldir. Çünkü yönetmen bir hikâye anlatmaya değil, izleyiciye bir oluşu göstermeye odaklanmıştır. Mitsel bir şeyin doğuşu ve yükselişinin temsili söz konusudur. Film boyunca da bu mitolojik doku hiç kaybolmaz. Havva’sız bir Adem’in, Olympus’tan kovulan Prometheus’un ya da kendinden önceki toplumlardan apayrı bir algı medeniyeti kuran yalnız modern insanın genesisi, yani yaratılışı betimlenmektedir. Kadrajlardaki bu tasvir edici doku da filmin sonuna kadar devam eder.
Öte yandan isimler konusunda şunu da eklemek gerekir. Eli’nin babasının adı Abel’dir. Sunday Çiftliğini Daniel’e satarak onun yükselişini başlatan kişidir Abel. Kan Dökülecek filminin ise bir Citzien Kane / Yurttaş Kane (1948) çeşitlemesi olduğunu göz önünde bulundurursak – ki buna yönetmenin kendisi de katılmaktadır – Abel ve Kane (Habil ve Kabil) isimlerinin bir şekilde yan yana gelmiş olduğunu görürüz. Daniel ve Eli arasındaki çatışma da Habil ve Kabil söylencesindeki çatışmaya gönderme içerdiğini, insanlığın ilk günahının, ‘ilk cinayeti’nin modern bir yorumu olduğunu söyleyebiliriz.
H.W.
Arkadaşı kuyuda iş kazası sonucu ölünce kundaktaki öksüz ve yetim bebeği Daniel’e kalır. Daniel, H.W. adını verdiği bu bebeğe babalık edecektir.
Takip eden sahnede Daniel, kalabalığa konuşma yapar. 9 yaşındaki H.W. ise babasının yanında suskun bir şekilde durmaktadır. Kamera bu baba-oğul’u gösterirken konuşma yapan Daniel’i odak dışına itip H.W.’ya yaklaşır yavaşça. Sanki o sözler Daniel’in değil de bizzat H.W.’nun sözleridir, babası onun yansıması, düşüncelerinin somutlaşmış bir ifadesidir. Bu mizansen, öykünün bir baba-oğul ilişkisi temelinde gelişeceğinin de habercisidir aynı zamanda.
Bir diğer sahnede çukurdan püsküren petrolle sağır olan H.W.’yu kucağına alır Daniel. Her ikisi de cenin pozisyonunda yerde yatmaktadır. Başlarının şekilleri bile bire bir aynıdır. Birbirlerinin yansıması olduklarının altı çizilir adeta. Daniel’e bakıp H.W.’yi, H.W.’ye bakıp Daniel’i görmek mümkündür. H.W., konuşamamaya ve duymamaya başlaması sonucu babasıyla olan derin bağ kopmaya başlar. Ve yavaşça Daniel’den ayrılır.
Aslında bu sağır ve dilsiz çocuk bir nevi Daniel’in ta kendisidir. Daniel, kendisine karşı sağır ve dilsizdir çünkü. Kendisini hep güçlü göstermeye çalışsa da sevgiye ve ilgiye muhtaçtır hep. Onca şirketin sahibi olmasına rağmen duygusal yoksunluğunun bir göstergesi olarak fakir bir kulübede yaşamakta, yatak yerine sert, ahşap zeminde uyumaktadır. Hiç dile getirmediği aile konusu ise en büyük eksik yanıdır. İçindeki hırs sayesinde acısını hemen unutmakta ve elde ettiği maddi kazanımlarla mutlu olmaktadır.
Bir gün Henry diye birisi çıkagelir. Daniel’e kendisini öz kardeşi olarak tanıtan bu adamdan H.W. nefret eder. Çünkü Henry’yi, babasıyla arasına giren bir tehdit olarak algılar. Henry’nin eşyalarını yakmak isterken tüm evi ateşe verir. Daniel de oğlunu cezalandırmak adına onu uzaklara gönderip hayatına Henry ile devam eder. Daniel, sevgisini saklamayı becerirken öfkesini en uç biçimlerde sergileyen bir adamdır.
H.W. büyük bir yetişkin, sağduyulu bir petrolcü olarak babasının karşısına geldiğinde zor da olsa konuşabilmektedir. Eli’nin kız kardeşiyle evlenmiş, hem bir aile babası olmuş, hem de itibarlı bir iş adamı. Yani bir bakıma Daniel’in olamadığı her şey. Babasına Meksika’ya gideceğini ve orada kendi şirketini kuracağını söyler. Daniel’in artık bir düşmanı konumundadır H.W. ve gideceği yerin Meksika olması aslında bir rastlantı değildir. Çünkü Daniel’in annesinin, kız kardeşinin, kısacası bütün ailesinin bulunduğu yer Meksika’dır. H.W. da oraya, ailesinin yanına, Daniel’in olmayı başaramadığı bir kimlikle giderek Daniel’e en büyük acıyı yaşatır. O da oğlunun arkasından kendi acısını dindirmek için öfkeyle gerçeği haykırır: “Sen benim oğlum değilsin! Sepette bulduğum bir piçsin!”
Henry
İnsanları hiç sevmez Daniel, onları düşmanı, yok edeceği birer rakibi olarak görür. Çünkü kendisine sevgi gösteren hiçkimse yoktur hayatında. Bu sebeple de herkesten uzaklaşıp denize kavuşmayı arzular. Bu insanlardan izole olma isteği, Union Petrol’le anlaşmaya varmasıyla gerçekleşir. Denizi tren taşıma masraflarından kurtulacağı için istediğini belirtse de paralel bir biçimde gelişen öykü, Daniel’i deniz kıyısında yalnızlığıyla yüzleştirir.
Kariyerinin en büyük başarısına imza atarken kardeşi Henry’nin de yanında bulunmasından oldukça hoşnutluk duyar Daniel. Henry ve Daniel arasında bir başka ayna ilişkisi görülür. Birbirlerini yansıtan iki özneye dönüşürler. Kumsalda oturup konuşurlarkenki kompozisyon da bu düşünceyi doğrular.
Daniel, Henry ile konuşurken fark eder, Henry aslında kardeşi değil, gerçek kardeşinin günlüğünü çalan bir dolandırıcıdır. Ailesine dair besldiği umutları yine sonuçsuz kalmıştır. Daniel büsbütün yalnızlaşarak dev dalgaların kucağında kıyıya savrulur. Artık yoksunluğunu bastırmak için öç almaya, kan dökmeye başlayacaktır.
Eli
Üçüncü Devrim Kilisesi’nin pederi olan Eli, dindar kesimden ziyade bağnaz kesimin bir temsili olarak karşımıza çıkar filmde. Eli’nin aslında Daniel’den farksız bir kişiliği vardır. Henry ve H.W.’dan sonra Daniel, Eli ile de bir ayna ilişkisi içine girer. Hatta bu karakterlerin birbirilerini yansıtma ilişkisi, filmin en çok öne çıkan unsuru olur. Eli de en az Daniel kadar hırslı ve gözü karadır. Üstelik Daniel’in elinde olmayan bir güce de sahiptir: Din gibi halkın en hassas olduğu bir konuda yetkin bir mevkisi vardır ve kitleler üzerinde büyük etki yaratabilmektedir. Daniel bunu gördüğünde, Eli’nin kurallarına göre oynayarak kazanmayı dener. Böylece Daniel ile Eli arasında film boyunca bir zıtlaşma meydana gelir. Daniel, dine ve tanrıya hiç inanmasa da kiliseye gider ve işlediği günahlar için bağışlanmak ister. Amacı cemaatten birisinin toprağını satın almaktır. Kilisedeki günah çıkarma ayini gerek Eli için, gerekse Daniel için birer şova dönüşür. Ancak Daniel yediği tokatları, diz çöküşünü ve oğlunu terk ettiğini cemaate itiraf edişini asla unutmaz.
Eli, maddi destek için malikânesine geldiği zaman Daniel, önce benzer bir kilise ayinine çevirir ortamı. Ona “Ben bir yalancıyım, tanrı da bir hurafeden ibarettir!” cümlesini söylettirir defalarca. Eli, bu sözü söylemeyi Daniel’den alacağını düşündüğü para için kabul eder. Bu tutumu, Daniel’in kilisedeki tutumuyla aynıdır. Sonra Daniel, onu bir bowling topu gibi tutup savurur. Çünkü her ikisi için de bu, bir kazanma oyunundan ibarettir: “Danslarının, hurafe inanışlarının seni kurtaracağını mı sandın! Üçüncü Devrim benim!” diye haykırarak tüm hiddetiyle Eli’nin üzerine yürür Daniel.
Daniel’in bu oyunu kazanmasının sebebi çok açıktır: Drenaj yaparak toprağın altından geçirmiştir tüm petrol borularını. Eli ise bu toprağın altına sızma tekniğini, için için işleyen bu düzeni anlayamadığından oyunu kaybetmiştir. Daniel, Eli sayesinde içindeki tüm kinini boşaltarak insanlardan tüm öcünü alır. Aynadaki yansımasından kurtulamak için aynayı kırar. Uşağı yanına geldiğindeyse bowling oyununu kazanmış gibi “I’m finished! / İşimi bitiridim!” der sadece. Bu çağrışımı bol cümleyle Daniel’in kişiliğine, hırs ve rekabet duygusuyla hayatı bir oyuna çevirmesine işaret edilir. Öte yandan Eli’yle kurduğu ‘ayna ve yansıması’ ilişkisinde Eli’yi yok ederek aslında kendisinin de artık bir rakibi olmadığını, işinin bittiğini ima eder. Bir diğer anlam da filmin son karesindeki üç ince ve düz pistten oluşan bowling salonun filmin ilk karesi olan Coyote Tepeleri’yle olan ilişkisidir. Yazının başında değinildiği gibi Daniel’in bir misyonu da o tepeleri dümdüz etmektir ve üç Coyote tepesinin, üç düz ve pürüzsüz bowling pistine dönüşmesiyle bu misyonu yerine getirmiştir. Bu sebeple de “İşimi bitirdim!” der uşağına.
Dünyanın kanı: Petrol
Hem bir baba-oğul ilişkisini, hem fakir bir girişimcinin zenginleşme serüvenini, hem de bağnaz bir din adamıyla kurnaz bir işletme sahibinin kavgasını anlatan Kan Dökülecek, Amerika’nın şehirleşmesinin ilk dönemlerini fon alır. Ekonomik bir kaynağın nasıl bir toplumu ıssızlığın bağrına çektiğini ve din, eğitim, hukuk gibi kurumların nasıl bu maddi kaynak doğrultusunda gelişip şekil aldığını gösterir. Ahlak ve geleneklerin de bu ekonomik güç çerçevesinde biçimlendiğini, aile ilişkilerinin toplum ilişkilerine dönüşümünü, patatesten ekmeğe yapılan devrimsel geçişi anlatır. Kontrolcü bir mekanizma olarak dinin siyasetle olan bağını ve ekonomik gücün politikaya yön verişini de gözler önüne serer. Bu kurumların çatışmaları, devinmeleri ekseninde doğan toplumsal yapıda, öyle ya da böyle taraflardan birisinin mutlaka kanının döküleceği sonucuna varır.
Ayrıca bu kalkınma ve gelişme sürecindeki bireyin adım adım nasıl yalnızlaştığını, sevgiye muhtaç ruhunu nasıl hırsla doldurduğunu da kademe kademe perdeye yansıtan film, Anderson’ın kariyerinin doruk noktası olarak yerini alır. Daniel Day-Lewis’in benzerine az rastlanır bir performansla hayat verdiği Daniel Plainview karakteriyse bugüne kadar sinemanın gördüğü en karanlık ve trajik kişiliklerden birisine dönüşür.
Habil ve Kabil söylencesi eksenindeyse film, Eli’yi Habil olarak göstermez. Eli, Habil olabilecek bir dürüstlüğe ve günahsızlığa sahip değildir çünkü. Daniel’in akıttığı kan, Eli’nin kanından ziyade doğanın kanıdır. Drenajlarla, sondajlarla deşilen dünyanın ve petrol çıkarmak için toprağı kazdıkça yaralanan, sağır olan, ölen insanların kanıdır. Ve tıpkı söylencede olduğu gibi filmde de Kabil, yani Daniel işlediği cinayetten sonra yalnızlığıyla baş başa kalır. Hem doğaya, hem de kendisine verdiği zararı umursamayarak ve bir katil olarak yaşamaya devam eder.