Anne ve çocuğun arasındaki bağın kutsal olduğu söylenir. Kendini annesinin bir parçası, onun bir uzantısı olarak gören çocuk annesi ve arasına girebilecek her türlü yabancıya bütün kuvveti ile karşı koyar. Annesinin ve onun bütün sevgisinin kendisine ait olması gerektiğine inanarak aile içerisinden ya da dışarıdan gelen bir güç ya da baba figürüne ise hayranlıkla karışık bir kıskançlık ile yaklaşır. Peki doğumundan itibaren annesine sıkı sıkıya bağlı olan çocuk annesini elinde tutmak için ne kadar ileri gidebilir?
37. İstanbul Film Festivali’nde izleyicisi ile buluşan Three Peaks (2017) bir ailenin iç gerilimini şiirsel bir dille bize anlatıyor. Annesi Lea (Bérénice Bejo) ve baba rolünü tüm gayreti ile üstlenmeye çalışan Aaron (Alexander Fehling) ile birlikte yaşayan Tristian içine kapanık olarak nitelendirebileceğimiz bir çocuktur. Lea ve Aaron’nun kurmaya çalıştıkları mutlu aile tablosunun içine girmeye pek hevesli olmadığını filmin ilk dakikalarından itibaren anlarız. Birlikte bir tatile çıkmaya karar veren üçlü Aaron’a ait olduğunu anladığımız ıssız bir dağ evine yerleşirler. Filmin en etkileyici taraflarından biri olan manzaranın karşısında baş başa kalmış olan bu çekirdek aile arasındaki sorunun asıl kaynağını çok geçmeden kendini belli eder. Aaron, Tristian’ın gerçek babası değildir. Mükemmel babayı en iyi şekilde oynamaya çalışan Aaron, Tristian’ın sessiz eylemleri ile sürekli olarak hayal kırıklığına uğrar.
Bu ailenin iç gerilimini anlamaya ve analiz etmeye çalışırken dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri ise üçlünün kendi aralarında yaşadıkları dil karmaşası. Dil dış dünya ile aramızdaki en önemli bağ ve iletişim aracıdır. Dilin karışmaya ve düzensizleşmeye başlaması da dış dünyayı anlama ve algılamada sıkıntıların olduğunu gösterir. Kimi zaman Almanca, kimi zaman Fransızca kimi zaman ise İngilizce konuşmayı tercih eden bireylerin bu durumu Tristian’ın iç dünyasındaki kopukluklara işaret ediyor. Onu Fransızca konuşmak için teşvik eden annesine inat Almanca, Almanca konuşmaya yatkın olan Aaron’a karşı Fransızca ya da İngilizce cevap veren çocuğun aile bireyleri ile olan problemi bu şekilde somutlaştırılmış. Daha derinden bakacak olursak da Three Peaks‘te karşımıza çıkan bu karmaşa, Tristian’ın kendi kurduğu gerçeklik ve realite arasında git gide açılan uçuruma yapılan bir gönderme niteliği taşıyor.
Biyolojik baba olarak gösterilen George telefondan duyduğumuz bir kaç boğuk ses dışında karşımıza asla çıkmıyor. Böylece onun çocuğun dünyasında kapladığı yerin önemsizliği hakkında yeterli bilgiye sahip oluyoruz. Her an yanında olmaya çalışan Aaron’a karşı ise Tristian’ın duyduğu hayranlık ve öfke ise film boyunca kademeli olarak artıyor. Bu durumu bahsettiğimiz dil metaforu ile göstermeyi seçen yönetmen, gerilimin en yüksek olduğu noktada ise ıssız dağların sessizliğini öne çıkararak filmin birinci ve ikinci yarısı arasında güçlü bir kontrast yaratıyor. Bu da filmi tabii ki daha da etkileyici hale getiriyor.
Baba figürü olan Aaron’u denklemden çıkarmak isteyen Tristian, onun gücünü kırmak deyim yerinde ise fallusunu elinden almak için çeşitli yollara başvuruyor. İlk olarak ayakkabısının iplerini çözmek gibi masum şakalarla başlayan oyunların rengi değişiyor. Kırılan testere ve yanlışlıkla ortaya bırakılmış fare kapanları ile Tristian, Aaron’un elindeki fallusu yani gücü ve egemenliği üzerine geçirmeye çalışıyor.
Çok sevdiği üvey oğlunun kurduğu tuzaklar Aaron için dağ evi git gide bir hapisaneye dönüşmeye başlarken film seyirciye baba kelimesinin anlamını farklı açılardan sorgulatıyor. Baba kimdir? Ne işe yarar? Baba ne zaman düşman, ne zaman yoldaş haline gelir? Yönetmen kullandığı sessiz ama güçlü bakışlarla, azametli manzaralarla bu soruları daha dile dökmeden seyircinin kendi kendine sormasını sağlıyor.
Tristian hayal gücünde oluşturduğu bir dev masalıyla baba figürü ile arasında olan bu çatışmayı masum bir şekilde dile döküyor. Filme ismini veren üç tepeyi evi olarak benimseyen deve dair kullandığı fanteziler, babayı yenebilecek daha ulu bir güce dair duyduğu istekten başka dileğe hizmet etmiyor. İkilinin sona giden yolculuğu da tam olarak bu tepelerde başlıyor. Birbiri ardına gelen kazalar sonucu ayağı kırılarak dağda kapana kısılan Aaron’a Tristian’ın sorduğu tek soru şu oluyor: “Annemi rahat bırakacak mısın?” Aaron’un hayatını defalarca kurtarmasına rağmen Tristian Aaron’u arkasında, ölüme bırakarak annenin tek sahibi olmayı seçiyor. Aaron’u ise son kez deniz kabuklarının arasında zorlukla nefes almaya çalışırken görüyoruz. Bu manzara da bize fazlası ile yeniden doğumu anımsatıyor. Yapıcı ve yaratıcı olan baba figürü ancak onu ölüme götüren yıkım gücüne sahip oğlu olmadığı sürece hayatta kalabiliyor. Freudyen bir açıdan baktığımızda Death Drive (Tristian)/Pleasure Princible (Aaron) sistemini büyük bir rahatlıkla okuyabildiğimiz Three Peaks, izleyenlere güçlü sinematografisi ile kusursuz bir gerilim filmi vaat ediyor.