Yaptığınız iki talihsiz evliliğin ardından, tam işlerinizi yoluna koyduğunuzu düşünürken, kendinizi mesleğiniz olan uçuş hostesliğine ve ablanızın çatırdamakta olan evliliğini kurtarmaya adamışken, birden bire hiç hesapta olmayan bir şekilde size tamamen yabancı ve üstelik sizinle aynı dili bile konuşmayan bir çocuğun sorumluluğunu almanız gerekse ne yapardınız? O çocuğun, kendisine tamamen yabancı kocaman ve korkunç dünyasında sığınabileceği tek kişi olsanız… Hem de hiç kimse sizi buna zorlamıyorken… Bir çocuğa yardım etmek için en fazla ne yapabilirdiniz?
İsrailli yönetmen Ayelet Menahemi, kendimize çok farklı sorular sormamıza neden olan, kültür farklılıkları ve bu farklılıklar içinde kurulabilen köprüler hakkındaki filminde, İsrail’de kaçak olarak yaşayan ve bir evde temizlikçi olarak çalışan annesinin aniden sınır dışı edilmesiyle, kendini yabancı insanlarla dolu bir evde yapayalnız bulan Çinli bir çocuk ile, bir ıslahevine ya da yetiştirme yurduna verilmesinden korktuğu için onu polise ya da göçmen bürosuna bir türlü teslim edemeyen ev sahibi Miri’nin birbirlerine doğru yolculuklarını dokunaklı ve kalpleri ısıtan bir şekilde anlatıyor.
El Al Havayolları’nda uçuş görevlisi olarak çalışan Miri’nin (Mili Avital) hayatı, evinde temizlikçi olarak çalışan Çinli kadının küçük oğlunu evde bırakarak ortadan kaybolmasıyla altüst olur. Ablası Gila (Anat Waxman) ve onun ayrı olarak yaşadığı kocası Izzy (Alon Aboutboul) ile birlikte çocukla iletişim kurmaya çalışsa da başarılı olamaz. Çocuk İngilizce ya da İbranice bilmemektedir. Başta dil ve kültür farklılığı olmak üzere daha birçok konuda sürekli çatışan ve daha da kötüsü birbirlerinin ne söylediğini, ne istediğini bile bilmeyen Miri ve küçük çocuğun arasında, “Noodle” adlı makarna-erişte benzeri yemeğin yenme şeklinden beslenen güçlü bir bağ oluşur. Küçük çocuğun ismi “Noodle”dır artık. O da ismini benimsemiştir ve elinde Çince sözlüğüyle kendisine bir şeyler anlatmaya çalışan Miri’ye “Noodle eve gitmek istiyor” diyerek derdini anlatmaya çalışmaktadır. Bir kültür paylaşımının devreye girmesiyle, terk edilmiş, korkak, kızgın çocuğun yerini dost canlısı, kendine ve karşısındakine güvenen, sempatik yeni bir çocuk alır. Dillerini anlayamadığı bu insanların kendisine yardım edeceklerini, onu bir şekilde evine ulaştıracaklarını bilmektedir artık. Ancak eminim ki onun da tahmin edemediği bu “yardım“ın boyutlarıdır.
“Yapılabilecek İyiliklerin Sınırı”
Durumun bizim başımıza geldiğini düşünelim: Evimizde çalışan temizlikçinin ‘bir saatliğine’ yanımızda bıraktığı oğlunu barındırma süremiz ne kadar olabilir? Bir saat sonunda geri dönmeyen annesini aramak, yakınlarını veya akrabalarını bulmaya çalışmak, sonrasında polise ya da bir sosyal görevliye haber vermek ilk yapacağımız şeylerden değil midir? Peki ama kahramanımız Miri’yi tüm bunları yapmaktan alıkoyan şey nedir? Onu Çince öğrenmeye zorlayan… Bin bir zorlukla, çocuğun annesiyle birlikteyken oturduğu adresi bulmaya, bir tuvaletin duvarına Çince yazılmış yazıların fotoğrafını çekmek için kendi hayatını tehlikeye atmaya, o yazıları tercüme ettirmek için uğraşmaya, o yazıların Pekin’de bir adres olduğunu öğrendiğinde bu adrese telefonla da olsa ulaşmaya zorlayan güç nedir? Tüm bunlar bizim de yapabileceğimiz sıradan şeyler midir? Peki ya ne Çin’de ne de İsrail’de dünyaya geldiğine dair hakkında hiçbir belge ya da delil bulunmayan Noodle’ı bir valiz içinde Pekin’e kaçak olarak sokmaya yeltenmek herkesin harcı mıdır? Bunların hangilerini yapabilirdiniz? Hiçbirini mi? İşte bu, Miri’yi biz sıradan kullardan ayırarak, bir modern kahraman haline dönüştüren unsurdur.
Hikaye tam da burada gerçekçilikten uzaklaşarak, biraz fantastik, biraz “süperkahramanvari” bir yol izlemeye başlasa da, dikkatle bakıldığında karakterlerin gerçekçiliğini görmek mümkün. Hatta o derecede ki, zaman zaman bir ülke vatandaşının başka bir ülke hakkında dile getirdiği olumsuz düşünceler kulaklarınızı tırmalayıp, tek kaşınızı kaldırarak yönetmenin ismine yeniden göz atmanızı sağlayabiliyor. Tüm bunlara rağmen film, içinde barındırdığı yan hikayelerle de sizi ekran başında tutmayı başarıyor. Noodle, ağırlıklı olarak, rolünün altından inanılmaz bir başarıyla kalkmış olan küçük oyuncu BaoQi Chen’in başarılı performansının üzerine kurulu gibi görünse de, Miri ve Gila’nın yeniden kardeş olmaya çalışmaları, Gila’nın kocası ve eski sevgilisi arasında yaşadıkları, Miri’nin geçmişte yaptığı evlilikler ve hala taşımakta olduğu pişmanlıklar gibi birçok güçlü yan unsurla da beslenerek seyirciyi tatmin etmeyi başarıyor.
Aslını isterseniz, yönetmen Menahemi’nin filmin süresini uzatmadan ve asıl hikayeyi gölgelemeden bu denli fazla sayıda ve derinlikli hikayeyi, her karakterin kendi tutarlı ve kapsamlı geçmişine sahip olmasını da sağlayarak bir arada tutabiliyor olması oldukça etkileyici.
“Farklı olmak” ile bundan kaynaklı “yalnızlık” ve “muhtaçlık” olgularını küçük bir çocuğun gözünden başarılı şekilde işleyen film, aynı zamanda iki kocasını da savaşta kaybetmiş bir kadının aile, mutluluk ve çocuk özlemini vurgularken, yalnızlık kavramının farklı boyutlarını da gözler önüne seriyor. Bir çocuğu yalnızlığından kurtarmaya çalışan bir kadının kendi yalnızlığına doğru bilerek ve cesaretle yürüyor olması bambaşka bir duyguyla dolduruyor içimizi.
Peki sizce Miri başarabilecek, Noodle’ı annesinin yanına ulaştırabilecek mi? Cevabını öğrenmek ve aslında çok daha fazlası için Noodle’ı görmelisiniz.
Şimdiden keyifli seyirler…