Berlin çok soğuk bir yer. Soğuğa dayanıklılığı çok düşük olan ben için biraz daha can acıtıcı bir durum bu. Buraya kışın gelmek biraz saçmalık. Fakat neyse ki Berlinale var! Sabah 10.30’da ana yarışma jürisinin basın toplantısıyla başlıyor gün. Yarım saat önce orada olmanın yarattığı anlamsız gerginliği hissetmeme zaman kalmadan test olmam gerektiğini öğreniyorum. Almanya, toplu etkinlikler konusunda çok sıkıntı bir ülke. Öyle ki hem aşı kartım hem de günlük negatif test sonucumu göstermem gerekiyor herhangi bir yere girebilmek için. Türkiye’deki protokol konusundaki esnekliklere alışmış bir vatandaş olarak şaşırmamak elde değil. M. Night Shyamalan’ın önderliğindeki jüri ordusunun toplantısının bitişinde festivalin açılış filmi Peter von Kant’ı (Yön. François Ozon) izlemeye koşuyorum, koşuyoruz. Filmlerin nasıl olduğunu ve düşüncelerimi tanıtıma benzeyen ama aynı zamanda eleştirimsi bir formda yazdığım kısacık notlar ve puanlamada bulabilirsiniz (Not: Bu her film için geçerli.)
Ardından filmin basın toplantısına geçiyorum. François Ozon’u pek beğenen birisi değilim şahsen, filmlerini ya çok severim ya da hiç sevmem. Hatta arkadaş ortamında genelde kötülerim. Fakat kendisini Paris Fransızcası ile karşımda konuşurken bulunca bir anda heyecanlanıyorum. Fassbinder’a hayranlığından bahsediyor hep. Bir yönetmenin bir başkasının hayranı olduğunu ve ondan tabiri caizse görerek öğrendiğini söylemesi ne hoş bir şey! Biraz filmini pohpohlayıp fotoğraf çekiliyorum. Denis Ménochet, “Ben sabahın köründe niye buradayım.” tavrını toplantı boyunca takınıyor; ki zaten toplantı biter bitmez sigara paketini alıp bahçeye ışınlanıyor.
Günün kalanı için anlatabileceğim en kayda değer olay, Quentin Dupieux’nün yeni filmi Incroyable Mais Vrai filminin gösterimi sırasında oluyor. Filmin yaklaşık 60. dakikasında bir anda görüntü kesiliyor. Ses var fakat görüntü iptal. Yaklaşık 6 dakika bu şekilde simsiyah perdeye bakakalıyoruz, kimseden başta ses çıkmadığı için carlayamıyorum; bu esnada sadece ne kadar basit bir varlık olduğumu düşünüp kültür ve terbiye sahibi bu insanlara imreniyorum. Daha sonra görevliler geliyor, özürler dileniyor vs vs.
Yaklaşık 20 dk sorunun çözülmesini bekledik. Yanımda film boyunca avazı çıktığı kadar kahkaha patlatan muhtemelen Alsace’lı adam, Fransızca küfürler ederek makinistin ailevi değerlerini aşağılıyor (Evet, burada biraz nazik davrandım.) En son bir görevli bizlerden özür dileyip filmin o kısmının hasarlı olduğunu söylüyor, o kısmını karanlık bir şekilde izlememiz gerektiğini söylüyor. Ardından, “Bu da komedinin bir parçası.” şeklinde ortamı kısmen yumuşatan bir espri patlatıyor. Yanımdaki Dupieux aşağı Fransız hemen, “Ben sizin yerinize konuşulanları İngilizce’ye çeviririm.” deyip gösterimi bir şekilde kurtarıyor. Cidden Dupieux’ye yakışır bir gösterim oluyor ve hoş bir anı olarak bende kalıyor.
Yarın görüşmek üzere.