Prömiyerini 43. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştiren Vuslat Saraçoğlu imzalı Bildiğin Gibi Değil, bu yıl Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin ulusal seçkisinde yarışan 11 film arasında yer aldı. Filmin yönetmeni Vuslat Saraçoğlu ile Adana’daki gösterimin ardından keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. İyi okumalar…
Uyarı: Röportaj, filme dair sürpriz kaçırıcı detaylar içerebilir.
Röportaj: Nazlı Esen ALBAYRAK & Günsu AKÇATEPE
Vuslat Hanım, öncelikle vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Bildiğin Gibi Değil, ikinci uzun metraj kurmaca filminiz ve bu yıl Adana Altın Koza Film Festivali’nde ulusal seçkide yarışan filmlerden bir tanesi. Festival nasıl geçti, Adana nasıldı diye sorarak başlayalım. İzleyici etkileşimlerini de düşündüğünüzde süreci genel olarak nasıl değerlendirirsiniz?
Vuslat Saraçoğlu (VS): Ben teşekkür ederim. Altın Koza çok güzel geçti. Güzel filmler izledik; konuştuk, tartıştık, çok eğlendik. Ekip olarak da uzun süredir bir araya gelememiştik. Beraber zaman geçirmek çok iyi geldi. Gösterim günü izleyici etkileşiminden yine çok hoşnut kaldık.
Bir önceki filminiz Borç’u da dikkate alarak aile içi meselelerin filmlerinizde geniş bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz sanırım. Bildiğin Gibi Değil’in Tokat’ta geçmesi de hikâyeyi sizin özelinizde daha kişisel bir yere koyuyor. On dört yaşına kadar yaşadığınız şehirde, büyüdüğünüz evde çekim yapmak nasıldı? Bu aşina olma durumunun filmi beslediğini düşünüyor musunuz?
VS: Düşünüyorum. Ben zaten proje yazarken önceliğimi her zaman tanıdığım dünyalara, kültürlere, karakterlere ve duygulara veriyorum. Hatta büyük konuşmayayım ama çoğu zaman bilmediğim konulara girmek haddim değilmiş gibi de geliyor. Filmi bitirdiğimde bildiğim yerde bu işi yapmamın hem filmi hem beni, hem de üretim yolculuğumu ciddi anlamda beslediğini gördüm ama sete yaklaşırken biraz tedirgin de oldum doğrusu. O kadar hatıranın biriktiği bir yere yıllar sonra yönetmen olarak gittiğimde duygu istilasına uğrar da filmimi layıkıyla gerçekleştiremezsem diye kaygılandım. Hatta bu endişenin beni alternatif şehir ve mekân arayışlarına yönlendirdiği de oldu. Ben filmin yönetmeni olmanın yanı sıra yapımcısıyım da… Bu iki şapkayla halletmeniz gereken o kadar iş oluyor ki; kafanız berrak, duruşunuz net olmazsa işler çok zor. Ekibe tek parça bir ruh halinde görünmek de önemli. Ama çok şükür süreç içinde her şey çok yolunda gitti, neredeyse sıfır sorun ve aksaklıkla bitirdik filmi.
Bildiğin Gibi Değil, bu yıl İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirdiği prömiyerin ardından En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Senaryo, En İyi Kurgu ve Jüri Özel Ödüllerine layık görüldü. Film gerçekten doğal oyunculuklar ve diyaloglar üzerinden yürüyor. Bu da temelde senaryo başarısı olarak görülebilir. Hem filmin çıkış noktasını soralım hem de bu ölçülü samimiyeti neye borçlu olduğunuzu.
VS: Filmde yaratmaya çalıştığım “ölçülü samimiyet”i gördüğünüz için teşekkür ederim. O dünyayı çok iyi tanımama, üç kardeş olmanın dinamiklerine çok hakim olmama ve genel olarak kasıntı şeylerden hoşlanmamama bağlı olabilir. Bence zaten bu tarz bir sosyo-kültürel, ekonomik yapı içindeki kardeşlik ilişkisi hiçbir yapıntılığı ve zorlamalığı içinde barındırmamalı. Çünkü başka ortamlarda kendinize kurduğunuz yeni şekilleri, ambalajları, personaları kardeşlerinize yutturmanız zordur.
Filmde en önemsediğim şeylerden biri; karakterlerin kardeş olduğundan hiç şüphe duyulmamasını sağlamaya çalışmaktı. Bunun en önemli yolunun diyaloglar ve oyunculuklardan geçtiğini biliyordum. Diyalog yazımının da karakterleri iyi kurmaktan bağımsız bir şey olmadığını düşünüyorum. Karakterleriniz ne kadar boyutlu ve hacimli olursa birbirleriyle de o kadar iyi konuşuyorlar. Kitabi, ağza oturmayan, izleyiciye çeviri hissi veren diyalogların oyuncuların motivasyonunu da çok kırdığını düşünüyorum.
Filmin çıkış noktası 2016 yılına dayanıyor. Bir yaz gecesi ailelerimiz, geçmişimiz üzerine konuştuğumuz bir arkadaş muhabbetinde zihnimde pek çok gedik açıldı: Ortak yaşanmış bir geçmiş aynı ailenin üyeleri tarafından nasıl farklı anımsanıyor? Bugüne katlanabilmek için geçmişi nasıl eğip büküyoruz: Kardeşler arasında yaşanan çoklu hafıza durumu, kimine göre bir kişinin iyiliğinin diğeri için zalimlik anlamını taşıması; kimisi için on saniyelik bir zaman diliminin başka bir kardeş için on senelik bir yük barındırması; bu konularla ilgili düşünme uğraşı değerli geldi. Kardeşler arasındaki aşk-nefret ilişkisi, üç kişi olmanın getirdiği güç dengeleri, ikiye bir taraflaşmalar vs. de ilgimi çekti.
Oyuncu seçim süreciniz nasıl ilerledi? Eminiz çalıştığınız isimler sizin de pek çok açıdan işinizi kolaylaştırmıştır fakat set sürecinde herhangi bir zorluk yaşadınız mı?
VS: Ben oyuncu seçiminde önce kişiliğe bakıyorum. Dünyanın en iyi oyuncusu da olsa hiçbir kuvvet beni uyuşamadığım karaktere sahip birisiyle, mesela “ünlü” oldu diye kendini başkalarından üstün gören birisiyle çalıştıramaz. Vitrinsiz, ambalajsız, kendini başka biriymiş gibi göstermeye çalışmayan insanları seviyorum. Cast direktörümüz Mine Güler kanalıyla ve arkadaşım Ece Dizdar’ın da yardımlarıyla bu özelliklere sahip, içime sinen oyuncu ekibini kurduk. (Ozan Çelik ve Serdar Orçin zaten ilk filmimde de vardı.) Sağ olsunlar tüm oyuncularımız senaryoya ve filme dört elle sarıldı. Onların filmi sahipleniş biçiminin sonuca çok yansıdığını düşünüyorum. Bu yaşadığımız paylaşım sayesinde her birinin sadece filmimde değil, artık hayatımda da çok önemli bir yeri olduğunu söyleyebilirim.
Bir yönetmen olarak bu filmden çıkan seyircilere hissettirmek istediğiniz bir duygu oldu mu? Söyleşilerde unutamadığınız bir yorum ya da soruyla karşılaştınız mı?
VS: Bir yönetmen olarak filmden çıktıklarında insanlarda ters köşe bir duygu yaratmak istedim. “Ne güzel gülüyorduk, eğleniyorduk; böyle bir sona gerek var mıydı?” denmesi de tercih ettiğim şeylerden biriydi. Çoğu zaman yakınlarımız, akrabalarımız, arkadaşlarımız hakkında bilmediğimiz şok edici bir sürü gerçek olduğunu düşünüyorum. Birtakım acı vesileler, sürprizler olmasa belki de bunları hiç öğrenemeyeceğiz. Hayatta gülüyoruz, eğleniyoruz, basit, gündelik dertlerle “normal normal” yaşıyoruz ama herkes içinde kim bilir ne büyük meseleler taşıyor… Bu tarz meselelerin filmlerde aşırı dramatik yansıtılması da bana çok hitap eden bir şey değil. Kimi eserlerde yansıtıldığı gibi kimse bu dertleri günün yirmi dört saati taşıyamaz, çünkü o zaman hayat sürdürülebilir olmaz. Bu konulara dışarıdan bakanlar, karakterlerini üstten bir şefkatle oluşturuyorlar bence. Bu üstten ve kibirli şefkatin sağlıksız olduğunu düşünüyorum.
Söyleşilerden birinin ardından otuzlu yaşlarında bir kadınla aramızda birkaç saat içinde yıllara bedel bir paylaşım yaşandı, onu unutamıyorum.
Adana’daki galanın ardından yapılan söyleşide hikâyeyi oluştururken Nurdan Gürbilek metinlerinden etkilendiğinizi dile getirdiniz. Aslında hem Tokat’ın hem de filmin büyük bölümünün geçtiği evin, filme eşlik eden diğer karakterler olduğunu söylemek mümkün. Edebiyatta da ev biraz aidiyet, biraz köken ve başlangıç, biraz da kalmak metaforudur aslında. Bir “dış”a karşı “iç”tir. Tahsin, Yasin ve Remziye’nin yıllar sonra döndükleri baba evini bu bağlamda nasıl değerlendiriyorsunuz? Evin her zaman bilindik ve güvenli bir yer olmadığı açık. Ama kahramanlarımız evden uzaklaştıkları gibi geçmişlerinden de uzaklaşamıyorlar.
VS: Benim filmi Tokat’ta çekmek istemememin nedenlerinden başka bir tanesi de Tokat’ın dağlarıydı. Şehrin her tarafından görünen o dağlar, bir yandan insana korunaklılık ve güven hissi veriyor ama aynı zamanda da sınırlarını hatırlatıyor, kimi zaman üstünüze devrilecekmiş gibi boğucu bir hava yaratıyor. Bence aile, hafıza, geçmiş ve ev de insana bu tarz çelişkili duyguları bir arada yaşatıyor.
Filmdeki üç karakter her ne kadar kardeş de olsalar birbirlerinden oldukça farklı portreler çiziyor. Bu, günümüz toplumunda da son derece alışık olduğumuz bir durum. Hiçbir kardeş, aynı ebeveynler tarafından yetiştirilmiyor aslında. Herkes gibi anne-babalar da yıllar içinde değişiyor, farklı insanlara dönüşüyor. Bu durum da elbette çocuklar üzerinde büyük bir etkiye sebep oluyor. Hafıza ve hatırlamak meseleleri yer yer silikleşiyor. Bu konuya özel olarak eğilmenizin kişisel bir sebebi var mıydı? Senaryo yazarken araştırma süreciniz nasıl ilerledi?
VS: Senaryoda en başından beri net olan şeylerden biri kardeşlerin birbirlerinden görüş ve yaşam biçimi olarak farklı yönelimlere girmiş olmalarıydı. Söz konusu farklılık Türkiye’de bu tarz sosyo-ekonomik kültürel yapılarda çok yaygın. Evin büyüğünün memlekette kalması, küçük kardeşleri okutması, sonra giden kardeşlerin kalanı “beğenmemesi” benim içimi çok buran ve yarattığı çatışma itibariyle de ilgimi çok çeken bir durum. Üstüne üstlük bu üç kişiyi büyüten anne-babanın ortak olmalarına rağmen geçirdikleri dönüşümler sebebiyle aynı anne-baba kalmadıkları gerçeği de var. Zaten bu dönüşümler olmasa bile türlü sebeplerden her anne-baba çocuklarına farklı bir ebeveynlik göstermiştir diye düşünüyorum.
Üç kardeşin arasındaki çatışmanın toplumun farklı kesimleri arasında da sık sık yaşandığını düşünüyorum. Bu anlamda Tahsin, Yasin ve Remziye, toplumun farklı kesimlerini de yansıtsın istedim aslında. Tahsin ve Yasin’i politik ve kültürel olarak birbirlerine zıt çizmek istemememin ek bir sebebi daha var: Bence kadınlarla ilgili bazı konularda, bazı erkekler hangi siyasi görüşe, yaşam tarzına sahip olurlarsa olsunlar çözümsüzlükte, dilsizlikte ya da derinliksiz çözümlerde eşitlenebiliyorlar. Demek ki belli durumlarda teoriler, fikirler, duruşlar hiçbir şeye yetmiyor, daha farklı insani donanımlar gerekiyor. Filmin finalinde Yasin ve Tahsin’in aynı yöntemde uzlaşıp Remziye’nin bambaşka öncelikleri gözetmesi durumuna özellikle dikkat çekmek istedim.
Araştırma aşamasında genellikle filmin ekseninde döndüğü kavramlar üzerine okuyup izleyerek yürüttüğüm bir süreç geçiriyorum. İkinci filmimde de hafıza, geçmiş ve aile üzerine çalışmalar yaptım.
Film, hikâye içinde yer yer kendini hissettiren fakat çok kolay tahmin edemediğimiz bir itirafla bitiyor. Finali hep böyle mi kurmuştunuz yoksa alternatif bir son var mıydı?
VS: Evet, finali hep böyle kurmuştum, alternatif bir son yoktu. En çok korktuğum şey finalin tahmin edilebilir olmasıydı. Senaryo aşamasında ve kurguda bunun anlaşılmaması için çok özel çabalar sarfettim. Hatta bir rüya sahnemiz var filmin başlarında. O rüyanın Yasin’in mi Remziye’nin mi rüyası olduğu anlaşılmasın diye kurgu aşamasında sıkça eleştirilen bir tercihte bulundum.
Bir de aslında anlatının tamamına dair bakışımızı değiştiren bu çözülme sahnesinden sonra film hızlıca final yapıyor. Bu durum, yaşanan yüzleşmenin etkilerini sağlıklı ve açık şekilde görmemizi de engelliyor. Dramatik gücü yüksek böyle bir sahnenin ardından filmden çok erken ayrılmamızın belirli bir sebebi var mı? Üç kardeş arasındaki ilişki bu olayın ardından nasıl şekillenmiştir sizce?
VS: Evet, aslında bu da bilinçli bir tercihti. Film beklenmedik şekilde “pat” diye bitsin istedim. Çünkü o ailenin artık hiçbir üyesi eski Yasin, Tahsin ve Remziye değil. Kardeşlik ilişkileri tamamiyle yeniden şekillenecek, kartlar yeniden karılacak. Üçünün de geçmişteki bir sürü anı geri sarıp oradaki figürler üzerine tekrar düşünmek için zamana ihtiyaçları var. Bunun için de uzun bir “es” lazım diye düşünüyorum. Bu beklenmedik sonun ardından karakterlerin ve kardeşlik ilişkisinin dönüşmesi çok boyutlu ve köklü olduğu için eklenecek dört beş sahneyle halledilebilecek bir şey değil; koskoca bir uzun metraj film konusu.
Son zamanlarda izleyip beğendiğiniz bir film bir de tiyatro oyunu söyleyebilir misiniz?
VS: Altın Koza’daki Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri benim de favori filmimdi. Bana çok özel duygular yaşattığını söyleyebilirim. En İyi Film’i almasına çok sevindim. İstanbul Film Festivali’nde beraber yarıştığımız Büyük Kuşatma’yı da çok sevmiştim. Son derece özgün bir hikâyeye, ince tespit ve analizlere sahip, asla tribünlere oynamayan, daha sayamayacağım pek çok vasfa sahip bir filmdi. Türkiye dışı yapımlardan May December’ı izleyip beğenmiştim. En son izlediğim tiyatro oyunu ise Tunç Şahin’in Canavar’ı oldu. Metni, oyunculukları ve Tunç’un konuya yaklaşımını kendime çok yakın buldum.
Bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz? Filmin festival yolculuğu devam edecek mi? Aklınızda başka projeler var mı?
VS: Film, festival dolaşmaya devam edecek. 11 Nisan’da vizyona gireceğiz. Yeni film projelerim üzerine çalışıyorum. Onun dışında bu ay 2015 yılında yazdığım öykülerden oluşan kitabım Her Şey Geçer çıktı, şu sıralar onun heyecanını da taşıyorum.