Orhan Pamuk Resimli İstanbul isimli kitabına dair açıkladığı, “…Beni eski fotoğraflara bağlayan daha ince zevk ise, bazı duyguları yeniden yaşamak, kendimi bir an hâlâ o zamanlarda yaşıyormuş gibi hissetme ihtiyacı idi. Evet, o zamanlar dünyanın dışında, kenarda, önemsiz hayatlarımız vardı!…” sözleri ile geçmişini neden hatırlama ihtiyacı hissettiğini ifade etmeye çalışıyordu. İstanbul, ülkenin en önemli yazarlarından birinin tüm mazisini içinde barındıran ana kucağıydı. Kezâ anlatım yönünden beyaz perdenin Orhan Pamuk’u sayılabilecek Ferzan Özpetek’i de İtalya’ya yönetmenlik eğitimi almaya gitmeden önce yaşadığı İstanbul’a dönmeye mecbur hissettirmişti benzeri hisler. Ferzan Özpetek’in İstanbul Kırmızısı (2017), Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’sı gibi başyapıtı olur mu bilemem ama kırmızının ortak tonunun iki sanatçıda da İstanbul olduğu aşikâr.
Yönetmen bize, içinden şehir geçen bir şiirin senaryoya eklemlendiği bir film hayal ettiriyor yine. Genelde İtalyan’ın barok dönem izlerini taşıyan taş sokaklarından hikâyelerinin fonunu inşa eden Özpetek, filmografisinin başlangıcını her ne kadar Hamam (1997) ve Harem Suare (1999) gibi İstanbul’da geçen öykülerle açsa da, İstanbul Kırmızısı yönetmenin ilk yerli projesi. Bu sefer konumuz tamamen İstanbul ve Özpetek’in geçmişinden duyumsamalar…
Artık hepimiz Ferzan Özpetek sineması diye bir olgudan bahsedebiliyorken, kendi film haritasında yeni fikir ve kamera kullanımlarını denemekten çekinmeyen bir yönetmen de gördüğümüzü unutmayalım. Anlatım dilinin naifliğini her daim korusa da, psikolojik gerilimde Saturno Contro (2007), Un Giorno Perfotto (2008); dramada Cuore Sacro (2005); romantik veya aile komedisi tadında Magnifica Presenza (2012) kurmacada Allacciate Le Cinture (2014), bağımsız sanat filmi yapısı ile modern sinemayı sentezlediği La Finestra Di Fronte (2003) gibi deneme addedebileceğimiz yeni tür filmlerle karşımıza çıkabiliyor kendisi. Benim en sevdiğim filmi olan Mine Vaganti (2010) ile burjuvaziye, makarna fabrikası sahibi Cantone ailesi üzerinden bir bakış atan Özpetek, aynı bu eserinde olduğu gibi tüm filmlerinde de gelenekselliğin, aşkın ve kişisel gelişimin önünde her daim bir engel olduğu düşüncesini çarpıştırır seyircisiyle. İstanbul Kırmızısı ise farklı olarak, kendi düşünce dünyasını henüz yeni keşfetmeye çalışan kafası karışık bir Ferzan Özpetek yansıması gibi duruyor. Bunu da öyküsünü filme çekmeden önce kaleme aldığı aynı isimli romanından anlıyoruz. Kezâ kendisi de Nejat İşler’i kafası karışık yönetmen rolüne, yani kendi geçmişini oynatmaya lâyık gördüğünü söyleyerek bu tezimizi doğruluyor: ‘‘Nejat İşler benim rolümde. Yani bir yönetmeni oynuyor. O yönetmen ben miyim ben de tam bilmiyorum. Mehmet (Günsür) ve Tuba (Büyüküstün) benim hayatımdaki çok önemli iki insanı canlandırıyor. Halit (Ergenç) ise tamamen yeni bir karakteri oynuyor.“ Film, kadrosu bakımından çok bilinir isimlere sahip. Nejat İşler, Halit Ergenç, Mehmet Günsür, Tuba Büyüküstün ana rollerde yer alırken yan karakterler de Zerrin Tekindor, Rıza Kocaoğlu, Deniz Türkali, Reha Özcan, Ayten Gökçer ve Özpetek’in kadrolu oyuncusu Serra Yılmaz gibi usta isimlere yer verilmiş.
Filmin konusu, kitapla bire bir aynı olmamakla birlikte senaryonun şekillenmesinde yine temel olarak alınmış. Orhan (Halit Ergenç) yaşadığı acı bir kayıp sonrası sahip olduğu pek çok şeyi ardında bırakarak kendisini doğal yaşama atan bir karakterdir. Aynı zamanda da yazardır. Fakat bir gün aniden Londra’ya yerleşmeye karar verir. Aradan geçen onca zamandan sonra bir editör olarak İstanbul’a geri dönecektir. Bu geri dönüşün en önemli sebebi ise önceden tanışmış olduğu yönetmen Deniz Soysal (Tuğba Büyüküstün) ile yakınlık kurmaktır. Yeni filminin çekimlerine hazırlık yapan Deniz’in, Orhan’ın gelmesi ile ortadan kaybolmasının aynı ana denk gelmesi ilginç bir duruma işarettir. Başlatılan gizli bir soruşturmanın akabinde Deniz’le ilgili kitabında anlatılan olguların gerçeğe dönüşmesi, gizemli bir yaşamın aydınlatılmasına vesile olacaktır.
Ferzan Özpetek için aslında tam bir İtalyan yönetmen diyebiliriz. Oranın sosyal kodlarını çok iyi analiz etmesi sayesinde, yabancıları çok içselleyemeyen İtalyanları bile kendilerinden biri olarak görmelerini sağlamasını, 2007 yılında cumhurbaşkanı Napolitano’nun tarafına verdiği özel devlet ödülünden de anlayabilirsiniz. Şu an İtalyanlar için Özpetek, sinema tarihleri açısından önemli bir konuma sahip. Yönetmenin bu ahengi yakalamak için kendini zorladığını ise asla söyleyemeyiz. Filmlerinde her ne kadar orijini olan Türkiye’ye dair ögeler görsek de, bize ait bir yönetmen olarak hissedemememiz, futboldaki Mesut Özil vakasını biraz çağrıştırıyor. Bunda belki de kendi kimliğini hayatın doğal akışında sorun çekmeden yaşayabildiği yer olarak İtalya‘yı görmesini ekleyebiliriz. Bu nedenle İstanbul Kırmızısı’nı, konusu itibariyle hem tamamen bize ait ve bize dair olması hem de Özpetek sinemasında bir ilk olması nedeni ile ayrı bir yerde konumlandırabiliriz. Filmin 2017 Mart’ında vizyona girmesi planlanıyor.
[tooplay file=”https://filmhafizasi.ams3.digitaloceanspaces.com/istanbul-kirmizisi-rosso-istanbul-teaser.mp4″ type=”mp4″]