Bu kez Bir Sahne’de, replikleri pek çok dizi ve filme konu olan, çekildiği tarihten bu yana, filmi izleyen üç nesil kadının da hayatının bir döneminde, karşısındaki adamın anlamayacağını bile bile, son vuruşu yapmak için “Your girl is lovely Hubbell” dediğini hayal ettiren The Way We Were’ün son sahnesini yazmak istedim. Son sahnedeki vurucu darbeyi anlatmadan önce biraz Katie ve Hubbell’den bahsetmem gerek.
Amerikan Film Enstitüsü tarafından oluşturulan tüm zamanların en iyi 100 aşk filmi listesinin (AFI’s 100 Years… 100 Passions) 6. sırasında yer alan film, çok dramatik bir aşk hikayesini içinde barındırmakla birlikte aslında altı çizilecek derecede politik bir tavır da sergilemektedir. Filmde, soğuk savaş döneminde, savaş karşıtı bir aktivist olan Marksist Katie üstünden, dönemin Hollywood’una karşı bir duruş vardır. Film, aynı zamanda Amerikan popüler kültürüne mal olmuş kült bir eser mahiyetindedir.
Film, adından da anlaşılacağı üzere kendi olmaktan vazgeçemeyen Marksist Katie ile politika ile arası hiç de iyi olmayan edebiyatçı Hubbell’ın aşkını konu edinir. Katie ile Hubbell aynı üniversitede öğrenim görmektedir. Katie her gün kampüste gerçekleştirilen savaş karşıtı eylemlerin bir numaralı aktivisti iken, Hubbell yakışıklı yüzü ve ağzı laf yapan etkileyici kişiliğiyle okulda ünlenmiştir. Her ikisi de farklı sosyal sınıfların içinde yer almalarına karşın Katie, Hubbell’ın çekimine kapılır ve içinde olduğu burjuva grubunu küçümsese de onun yörüngesinde dönmekten kendini alıkoyamaz. Birkaç kez Hubbell’la yakınlaşma fırsatını eline geçirmesine karşın Katie, Hubbell için tam bir zor kadındır. Buna karşın Hubbell bulunduğu her ortamda çatışma ortamı yaratmaktan çekinmeyen ve kimseden sözünü esirgemeyen Katie’nin anaç tavrına daha fazla kayıtsız kalamaz. Bu andan sonra zaman atlar ve bizler Katie ile Hubbell’ı evlenmiş ve çok mutlu bir çift olarak görürüz. Ancak evlilik bu ikilinin kişiliklerini değiştirememiştir. Ve işte bu yüzdendir ki taraflar arasındaki çatışma da çok geçmeden başlar. Herkes olduğu gibi kalınca memnuniyetsizlikler ve arayışlar baş gösterir. Katie üniversitedeki idealizminden ödün vermemiştir. Popülist bir yazar olan Hubbell ise karısının yer aldığı eylemlerden hiç memnun değildir hatta karısının politik eylemlerinin kendi kariyerine zarar verdiğini düşünmektedir. Oysaki Katie için bunlar aşılamayacak şeyler değildir. İkisi farklı kişiliklere sahiplerse ne olmuş? Aşk bu engelleri aşmaya yetmez mi diye düşünür. Oysa Hubbell’ın yelkeni çoktan demir almıştır. Evlilikleri büyük bir kararın eşiğindedir. Bu karar konuşmasında Katie burnumuzun direğini sızlatan bir şey söyler. “Yaşlı olsak ne güzel olurdu. Bunları atlatmış olsak. Her şey kolay ve basit olurdu. Gençken olduğu gibi.” der ve kocasından yalnızca çocuklarını doğuruncaya kadar yanında kalmasını ister.
Artık son sahneye geliriz. Belli ki aradan yıllardan geçmiştir. Katie yine Amerikan bombalarını yeren el bildirileri dağıtmaktadır. Tam bu sırada lüks bir otelden çıkan ve yanında çok güzel bir kadın olan Hubbell’ı görür. İkisi de birbirlerini hasretle kucaklar. Katie gençliğinde olduğu gibi yine kıvırcık saçlarına dönmüştür. Hubbell ise bir TV şovuna başlamıştır. Gündelik lakırdılar bitip de ikisi de usulen söylenen yeniden görüşelim sözleriyle ayrıldıktan sonra Hubbell tekrar Katie’nin yanına gelir. Dağıttığı bildirileri kastederek Katie’ye hiç vazgeçmediğini söyler. Katie ise yalnızca mecbur kalırsa vazgeçeceğini söyler ve yüreğimizi dağlayarak “Çok iyi bir kaybedenim.” der. Ahh nasıl olmaz, Hubbell’ı kaybetmiştir. Hubbell’ın, kaybedenler kulübünün başkanı olan Katie ile aşık atacak hali yoktur. O da Katie’nin hakkını verir ve kendinden daha iyi bir kaybeden olduğunu kabul eder! Ama Katie’nin dağlamaları bitmez bu kez de “Ben daha çok pratik yaptım.” der. Allahım ne olur al bizi yanına da daha fazlasını duymayalım diye düşünürken Katie, “Your girl is lovely Hubbell” diyerek eleştirdiği Amerikan bombasını oracıkta patlatır adeta. Bundan sonra film boyunca ellerini bir türlü uzak tutamadığı Hubbell’ın sarı saçları arasında son kez gezdirir ve Hubbell’ına doya doya sarılır. Ve herkes kendi yoluna gider.
Film, En İyi Özgün Müzik ve En İyi Şarkı dalında Oscar’ı ve yine En İyi Şarkı dalında Altın Küre ödülü ile En İyi Özgün Senaryo dalında Grammy ödülünü kazanırken, Barbra Streisand’a En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar, Altın Küre ve BAFTA adaylığını getirmiştir.
İşte o sahne: