“Ya dışındasındır çemberin,
Ya da içinde yer alacaksın.”
Eski öğretilerden, Kızılderili öykülerinden, felsefi metinlerden günümüze kadar gelen bir çember imgeleminden bahsedilir hep. Çember bazen şarkılarda, bazen şiirlerde yer edinir. Kimine göre bir sistemdir bu, kimine göreyse hayatın ta kendisi. Dinsel öğelerde de yer bulur kendine bu benzetme; doğar, yaşar ve en nihayetinde başladığımız yere geri döner, çemberi tamamlarız. Kızılderililerse tüm insanlığı ve dahi canlı yaşamını içine alan bir çemberden söz ederler, yaptığımız iyilikler ve kötülükler bir diğerini etkilemektedir. Kirlettiğimiz hava aslında herkesin soluduğu havadır.
Hayatımız belli çemberlerin içinde devam ediyor; evlerimiz, bindiğimiz arabalar, işyerlerimiz, arkadaş gruplarımız, ilişkilerimiz, yaşadığımız ülkeler, şehirler… Hepsi ayrı ayrı çemberleri temsil ediyor. Bazılarımız, hayatlarını daha yaşanır kılmak adına içinde bulundukları çemberleri büyütmeye, genişletmeye çalışıyor. Buysa kısa süreli rahatlamalar sağlasa da beyhude bir çabadan öteye gidemiyor ne yazık ki. Şehirlerimizin büyümesi, evlerimizin genişlemesi hayatlarımızı daha yaşanır kılmaya yetmiyor.
Hepimiz biliriz ki yaşadığımız bir problemi ya da yolunda gitmeyen herhangi bir durumu bir çembere alacak olursak, hızla küçüldüğünü ve bir süre sonra kendiliğinden yok olduğunu görürüz. Hayatlarımızı içine alan çemberler de böyledir; onların içinde ufak da olsa delikler açmadıkça ya da onları büsbütün parçalamadıkça hızla daralan çember, nefes almamızı dahi zorlaştırır.
Cafer Panahi, The Circle filminin ilk sahnesinde çemberi oluşturur ve filmi başlatır. Bir hastanenin doğum servisinde Solmaz Gholami adında bir kadın, bir kız çocuğu doğurur. Doğumhanenin küçük penceresi açılır ve yakınlarına müjdeli(!) haber verilir. Haberi alan yakınlarının yüzünde şiddetli bir acı belirir: “Kız mı, ama biz erkek bekliyorduk?”
Sonrasında hapisten geçici olarak çıkan üç kadının hayatlarına odaklanır kamera. Üçünün de ayrı hikâyeleri, fakat tek ortak noktaları vardır: toplumsal baskı. Hapisten çıkanlardan biri olan Pari, ailesine gider ve oradan türlü hakaretlerle kovulur. Kürtaj olmasına yardım etmesi için gittiği eski hapishane arkadaşından dahi destek göremez. Daha sonra Pari, yolda dolaşırken bakamadığı için kızını terk eden Nayereh ile karşılaşır. Bir tarafta karnındaki çocuğu aldırmaya çalışan Pari, diğer tarafta çocuğunu sokağa bırakan Nayereh…
The Circle, İran’da yaşayan birçok kadının yaşamından, yani içinde bulundukları çemberlerden kesitler sunuyor. Yönetmen Panahi, seyirciyi de bu çembere alıp sıkıştırıyor ve oldukça da rahatsız ediyor. Öyle ki filmi izlerken çemberi parçalamak ya da en azından ufak delikler açıp oraya sığınmak istiyorsunuz.
Filmin sonuna doğruysa bir hayat kadınının polis tarafından alınıp karakola götürülüşüne tanık oluyoruz. Kadın hapse atıldıktan sonra Panahi kamerayı alıyor ve belki de sinema tarihinin en iyi sahnelerinden birini çekiyor. Hapishanenin ortasına konan kamera yavaşça dönmeye başlıyor ve çember tamamlanıyor! Filmin başından itibaren hayatlarından kesitler izlediğimiz tüm kadınların bir çemberi nasıl tamamladıklarına tanık oluyoruz. Hepsi birbirine benziyor, hepsinin ayrı hikâyesi de olsa acıları onları ortak bir çemberde birleştiriyor. Son sahnede ise kamera hapishane kapısının küçük penceresine odaklanıyor. Bir telefon çalıyor ve gardiyan gelip pencereden Solmaz Gholami’yi soruyor. Orda olmadığını öğrenince de telefondakine, başka bir koğuşa taşınmış olabileceğini söylüyor. Film doğumhanedeki umut dolu küçük bir pencerenin açılmasıyla başlayıp hapishane koğuşundaki küçük pencerenin kapanmasıyla da sonlanıyor. Tıpkı çemberde açılan umut dolu küçük deliğin kapanması gibi…