Anka Kuşu -Phoenix- sinemada, edebiyat eserlerinde ve sanatın birçok alanında izlerini gördüğümüz mitolojik bir kuştur. Anka Kuşunun karşılığı sadece mitolojide değil, Mısır’da, Çin’de, Hristiyanlık’ta ve Yahudilik’te de bulunmaktadır.
Mitolojide Anka Kuşu her 500 yılda bir kendini yeniler ve küllerini Heliopolis’e taşır. Özellikle Hristiyan sanatında kuş dirilişin, yeniden doğuşun ve aydınlanmanın simgesi olarak resmedilmiştir. Ateş kırmızısı ve mor kuş, sembolize ettiği konularla simya dâhil olmak üzere birçok alanda varlığını sürdürmüştür.
Phoenix (2014) bizi gece vakti Berlin’de bir kliniğe doğru götürür. Sürücü koltuğunda Lene (Nina Kunzendorf) ve yanında da yüzü kanlı sargı bezlerine sarılmış Nelly (Nina Hoss) oturmaktadır. Nelly Auschwitz kampından sağ çıkmıştır. Kontrol noktasında dururuz ve Lene, Nelly’nin yüzünü görmek isteyen askere durumu açıklar. Fakat asker ikna olmaz. Nelly yavaşça sargılarını açar, asker onu görür. Seyirci ise Nelly’nin yüzüne değil askere bakar, ardından yola devam ederler.
Nelly eski simasına kavuşmakta inatçı olsa da doktorun söylediğine göre yüzü o denli deforme olmuştur ki isteği neredeyse imkânsızdır. Ameliyat tamamlandıktan sonra yüzü kendisini tatmin etmese de eski hâline yakın bir sima ile ayrılır klinikten.
Hikâyenin yaklaşık ilk 20 dakikasını kaplayan bu kısımdan Nelly’nin yeni bir başlangıç yapmak yerine eskiye dönmeyi arzuladığını anlarız. Zira Lene’nin kendisine başka bir şehre taşınmayı defalarca teklif etmesine rağmen Nelly hiç oralı olmaz. Tüm ailesini kaybetmiştir, mirası da vardır.
Bu açıdan düşünüldüğünde Nelly küllerini Heliopolis’e götürmeyi, yeniden doğmayı reddeder. Ancak ilginçtir ki Anka Kuşu mor rengi sebebiyle görünmeyeni, yani materyalin dışını simgeler. Filmde de Nelly görünen yüzüne odaklı olsa da miras gibi tamamen materyal unsurları umursamaz.
Geceleri Berlin’in kabarelerinde kocasını arar. Bulduğunda ise kocası için kendisi ancak tanıdığı birine benzeyen bir yabancıdır. Fakat Johannes -Johnny- (Roland Zehrfeld) bir teklifle gelir. Yeni tanıştığı bu yabancıya Auschwitz kampında ölen karısının yerine geçmesi karşılığında mirası yarıya bölmeyi teklif eder.
Phoenix; Barbara (2012), Transit (2018) ve Undine (2020) filmlerinin yönetmeni Christian Petzold tarafından yönetilmiştir. Müzikle -ana uğraşı olsa da olmasa da- bir şekilde ilişki içerisinde olan karakterler Petzold filmlerinde karşımıza çıkmaktadır. Phoenix’te de durum farklı değildir: Nelly bir kabare şarkıcısı, kocası Johnny ise ona eşlik eden bir piyanisttir.
Fikrimce bu filmde daha da bariz olan; sinematografinin müziği, hikâyenin ise şarkı sözlerini andırmasıdır. Bu açıdan bakıldığında filmin isim kaynağı Anka Kuşu da görünenin ve görünmeyenin birlikteliğini simgelemesinden kaynaklı filmin bütünlüğüne uyum sağlamaktadır. Sinematografi görseldir, hikâye ise aslen sözlüdür. Film de ikisinin birleşimi olmadan var olamaz. Gördüğümüz geçici fakat görmediğimiz sonsuzdur. Bu anlamda görünen ve görünmeyenin birleşimi (film ve ona eşlik eden müzik) filmi yeni bir noktaya taşır.
Phoenix filminde seyirci Nelly’nin şarkıcı olduğunu bilse de ekran görünümü en fazla olan bu karakterin şarkı söylediğini duyması için filmin sonuna gelmesi gerekmektedir. Böylece seyirci kendini Nelly ile Johnny’nin arasındaki gerilime kaptırmışken fark etmeden Nelly’nin şarkı söylemesini de beklemektedir yani filmi sonsuzluğa (aslında sona) götürmesini.
Filmin sonunda “Speak Low” şarkısı her dizesinde Nelly’nin tüm film boyunca oluşmasını beklediğimiz farkındalığının oluşumu ile bir karara vardığını özetler niteliktedir. Tam bu sahnede karakter gelişimini tamamlar.
“Speak low when you speak love”
“Aşkı konuşurken kısık sesle konuş.”
Aslında Nelly Johnny’i aradığında onu bulamaz. Karşısında Johannes isimli bir adam vardır. Johannes ilk defa Nelly’e baktığında içimiz kıpır kıpır olur, “Ne olacak şimdi?” diye düşünürüz. Fakat sadece bakışları kesişen iki yabancıdan ibaretlerdir. Johnny Nelly’i tanımadığı gibi öldüğünden de emindir. Aslında mirasına konmak için kafasında zaten karısını öldürmüştür.
Nelly’nin kendisi hakkında tekrar tekrar dile getirdiği “Belki ölmemiştir?” sözcüklerine bu yüzden yabancıdır Johannes. Kendisinin yaşadığına kocasını inandıramayan Nelly, Esther’e dönüşür.
Johannes piyano ile şarkıya giriş yaptıktan sonra Nelly ilk başta “Esther” gibi söylemektedir. Ağzından dökülen şarkı sözleri melodiye uyumsuz, kısık ve huzursuzdur. Johannes’in oyununu devam ettirir.
“Speak low
Darling, speak low”
“Kısık sesle konuş
Sevgilim, kısık sesle konuş”
Johnny’den aşkın kısık tonunu bekleyen Nelly nihayetinde o ânın hiçbir zaman gelmeyeceğini kabullenir. Esther personasını bırakır ve havalanır. Oyunu bozar, kendisini kabullenir. Johannes’in karısının sesini duyunca kanı donar. Fakat henüz sorgu aşamasındadır.
“Tomorrow is here and always too soon”
“Yarın burada ve hep fazla erken”
Son sözleri söyledikten sonra Nelly seyirciye arkasını döner ve yavaşça kapıya yönelir. Sırasıyla arkadaşlarının ve Johannes’in tepkisini görürüz. Arkadaşları zaten Nelly’nin diğer personasını tanımazlar fakat anın dramatikliğinin farkındadırlar. Johannes karısının yaşadığından emin olduğunda piyano ile eşlik etmeyi keser.
“It’s late, darling, it’s late
The curtain descends, everything ends too soon, too soon
I wait”
“Artık geç, sevgilim geç
Perde kapanır, her şey çok erken biter, çok erken
Bekliyorum”