Yeraltı (2012)
Yönetmenliğini Zeki Demirkubuz’un üstlendiği, başrolünde Engin Günaydın’ın yer aldığı ve Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar isimli eserinden sinemaya uyarlanan Yeraltı (2012), izleyiciyi Ankara’da yaşayan memur Muharrem’in dört duvar yalnızlığına, kalabalık bir şehrin ayazdan örülü keskin sessizliğine konuk ediyor. Tekdüze hayatının bunaltıcı kabuslarıyla boğuşurken, etrafındaki insanların riyakâr ve aşağılık tavırlarının farkına varmakta olduğu her saniye, ruhunun acı verici ızdırabından saklanmak için biraz daha debelenen; debelendikçe kaçtığı kendisine her gün daha çok saplanan, sarhoşluklarla sonlanan bilinçsiz gecelerin sonunda kafasını koyduğu yastıktan her sabah anlamını biraz daha yitirmiş bir hayalet misali uyanan yılgın bir adamdır Muharrem. Bazen köhne bir apartmanın loş koridorlarında dolaşan bir yankı, bazen şehrin tekinsiz sokaklarında volta atan, gecenin birbirine karışan soğuk ışıkları içerisine tedirgince akan bir gölgedir. Ankara yalnızlığın başkentidir onun için; memurluğun insan sabrına ilmek ilmek işlediği bitmek bilmez mesai saatleridir, kırık dökük, donatıldığı neon ışıklarla, kalan son bir parça albenisini meraklı gözlere sabırsızca sergilemeye çalışan tabelalarıyla, irili ufaklı pavyonların kaldırımlarına doluşmuş bir avuç insandır, ruhun en karanlık köşelerine can suyu veren, kulakları sağır eden o lanet fısıltıdır. ‘’Bazen durduk yerde bir olayın bütün yaşamımı değiştireceğine inanırdım. En çok da bu mecburi eve dönüşler sırasında, tam kapıda yakalardı bu duygu. Eşikte öylece kalır, gözlerim dalar, çocuksu bir umutla bir şeylerin olmasını beklemeye başlardım.’’ der Muharrem. Ancak hiçbir şey olmaz, olan tek şey hiçliğin kazık çakmasıdır dolaştığı her odaya, duvara, koltuğa, sehpaya, yatağa, yorgana… Eve dönüşler mecburidir; ancak evden çok uzaklara gidişlerin bir türlü kesilemeyen biletidir aynı zamanda. Günler birbirini kovalar, saatler yılların kılığında dondurur zamanı ve Ankara müzmin çıkışsızlığı hâline gelir Muharrem’in, bitişsiz bir tünelde usulca ilerleyen bir taksinin buğulu camına yaslanan bir kafa olur kimi zaman; kimi zaman parçalanmış aynalarda gezinen silik suretlere dönüşür, mum ışıklarının cılız aydınlığına salınıp, uzayıp gider.
Elif Düşova