İstanbul denince akıllara kıvrılarak akan Boğaz, o yüzyıllara tanıklık etmiş suların kenarında kurulmuş ve bugün varlıklının kalesi hâline gelmiş tarihi köyler gelir elbet. Böyle hatırladığımız sürece bu şehir, hep dünyanın en nadide kenti olmaya aday gönüllerimizde. Peki ya birbiri üstüne binmiş gecekondularıyla, Anadolu’nun dört bir yanından yaşayabilmek adına topraklarını bırakıp gelmiş yoksullarıyla şehrin üst mahalleleri ne olacak? Çarşıdan iki sokak yukarı yürüdünüz mü havası değişir bu şehrin. Yalnızca Şişli’yle Mecidiyeköy arasındaki fark değildir bu, Tarabya ile Tarabyaüstü’dür, Pera ile Dolapdere’dir, Moda ile Yeldeğirmeni’dir. Bir sokaktan diğerine uçurumların kentidir burası, her birini birbirinden ince sırat köprüleri bağlar. Ahu Öztürk de Toz Bezi (2016) ile işte böylesi bir uçurumun bir ucundan diğer ucuna, kıldan ince bir köprüden geçiriyor bizi.
İç içe geçmiş ama yine de birleşemeyen bir kültür potası içindedir Hatun (Nazan Kesal) ve Nesrin (Asiye Dinçsoy). Onlar, kendi pisliklerini kendileri temizlemek zorunda olmayan insanların evlerini pirüpak ederek kazanırlar hayatlarını. Toz bezlerini duvara her vurduklarında kendilerinden uçurumlarca uzak bir yaşantıya daha tanık olurlar. Bazen akşam beş çaylarında kimin Çerkez kimin Kürt olduğunu tartışır ev sahipleri, bazense hayatın gerçeklerinden bihaber “sigortalı iş” bulma sözleri verirler çalışanlarına. Ve o zor anda “bir gariban”a yardım etmişlerdir ya, kendilerini iyi hissederler artık, günahlarından arınırlar… Verilen sözlerin önemi yoktur bundan sonra. Yanlış anlaşılmasın, verilen paranın da karşılığı kuruşuna kadar istenir. Mini holding sahipleridir çünkü onlar; ortada pislik yoksa bile boşa çıkmak olmaz, hiç yoktan fazlası yaratılır. Sistem böyledir, oyun böyledir, onlar ne yapsındır, canları isterse…
Hatun ve Nesrin… İki temizlikçi… İki komşu… Hayata aynı bataklıktan bakan fakat farklı dünyalar gören iki kadın…
Hatun yaşadığı kenti tanımıştır artık, kinik bakar dünyaya. Hırslıdır da; tanık olduğu yaşamlar kendisine ne kadar uzak olsa da yeterince uğraşırsam belki de o uçurumu geçebilirim diye düşünür. Kimseden de bir beklentisi kalmamıştır kendinden başka. Bir yandan kocasını ve oğlunu çekip çevirirken bir yandan da biriktirdiği paralarla Moda’da bir ev almanın hayalini kurar. Elbet bir gün temizliğe gittiği evlere benzer bir yuvası olacaktır onun da.
Nesrin’in ise daha pür bir hayatı vardır. Yabancı olduğu bir şehirde, ötekileştirildiği bir toplumda kocası ve kızıyla geçinebilmekten başka pek bir şey düşünmez. Tanık olmadığımız bir tartışmanın ardından eşinin eve dönmeyişi ise tüm hikâyenin düğüm noktası olur. Biz de tüm griliğiyle İstanbul’un sokaklarında, bitmek bilmez kalabalıklarıyla otobüslerde Nesrin’i takip ederiz. Ne tozunu aldığı evde ne de o ev sahiplerinin yaşantısında gözü yoktur onun. Yalnızca var olmaya çalışır, kızıyla birlikte hayata tutunmaya çalışır. Kocasını ararken izleriz onu, iş ararken görürüz. Tutunmaya çalıştığı hayata dair yaşadığı hayal kırıklığına birinci elden şahit oluruz. Günlerin sonunda o eve gider yine, kızı olanlardan habersiz, oyun oynamak ister annesiyle. “Ben kayboldum!” diyerek battaniyenin altına giren kızının yanına gider Nesrin. Sanki olacakları önceler gibi “Biz kaybolduk!” diyerek ona katılır.
Hatun ve Nesrin’in bu koca kentte verdikleri yaşam savaşı, var oluş çabası sonunda iki kadında da derin izler bırakacak, ikisinin de hayatını geri dönülemez şekilde değiştirecektir.
Gözlerimizin önünde akan bu sahneler, gerek evini temizletenler olsun gerek temizleyenler, hepimizin aklının bir köşesine yer etmiş ama çoğu zaman çok da önemsenmemiş anıları adeta yeniden canlandırıyor. Bize yöneltilmiş bu aynada bir zamanlar çok masum görünen kimi sohbetleri, çekiştirmeleri, verilen sözleri, yapılan tehditleri gördükçe gülerek bir nevi kendimizle hesaplaşıyoruz. İçimize öylesine işlemiş ki, ne olursa olsun hepimiz hâlâ biraz ırkçı, biraz acımasız, biraz da kibirliyiz. Daha iyi anlıyoruz.
Nazan Kesal yine her zaman olduğu gibi Hatun rolüyle izleyenleri adeta büyülüyor, Asiye Dinçsoy da ondan çok geri kalmıyor ve tüm gerçekliğiyle Nesrin karakterini hakkını vererek canlandırıyor. Yan rollerde karşımıza çıkan Serra Yılmaz ve Mehmet Özgür de başarılı oyunculuklarıyla hikayeye hoş bir bütünlük katıyorlar.
Ahu Öztük Toz Bezi ile bir İstanbul fotoğrafı çekiyor bugün. İki ucu da birbirinden keskin bir bıçak gibi yaşıyor bu şehir. Aynı Türkiye gibi. Birbirimize uzanıp da el ele tutuşamıyoruz. Koca bir boğaz ayırıyor bizi, uçurumun iki kıyısında kayboluyoruz.
Yazar: Mustafa Koca