Amerika: Hollywood’un Kurulması
Bugün Amerikan sinemasının önadı niteliğindeki Hollywood endüstrisi, köklerini ilk olarak 1910’lu yıllarda Los Angeles’ın batısındaki Hollywood topraklarına saldı. Bu banliyö bölgesinde açılan büyük küçük pek çok yapım şirketi, kısa sürede dünya sinemasının gündemini belirleyecek dev bir endüstriye dönüştü. Bu hızlı ve atak büyümedeki en önemli unsur, Hollywood stüdyo sisteminin geliştirilmesiydi. Film yapım sürecindeki tüm adımların yanı sıra sonrasındaki tanıtım, dağıtım, gösterim gibi yayım süreci de bu sistemin içindeydi. Dolayısıyla üretilen filmler, organize bir yapım-yayım işlemi sayesinde hem daha kısa sürede teknik oluşumunu tamamlamış hem de daha hızlı şekilde beyazperdelerde yer almıştı. Nitekim başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerindeki dev sinema endüstrisiyle rekabet edebilmesi için Amerika sinemasının, böyle bir sisteme geçmesi zorunlu bir koşul hâline gelmişti.
Aradan geçen on yıl içinde Hollywood sistemi, kuzeyden güneye çoğu kıtanın film endüstrisine hâkim oldu ve örnek alınan bir model sistem olarak anılmaya başladı. Üretim aşamasında şirketler arası yapılan iş birliği, Hollywood filmlerinin maliyetini düşürürken süreci geniş bir endüstri alanına yaydığı için seri üretimi de sağladı. Böylece dışa bağımlı kalmaksızın Hollywood, tabiri caizse kendi coğrafyasının “stüdyo”sunda kendi ürün pazarını ortaya koydu. Bundan sonra izlediği adımsa bu stüdyonun dışındaki pazarları da bünyesine dâhil etmek için Avrupa ülkelerindeki sinema salonlarını da satın almak oldu. Ekonomik konumu itibarıyla bu güçlü ve amansız rakip karşısında kendi pazarlarını korumak isteyen Avrupa ve Rus sineması ise özel vergiler, gümrük tarifeleri gibi çeşitli önlemlere başvurdu, ancak artan izleyici kitlesinin tercihiyle birlikte başarılı olamadı.
Her ne kadar film endüstrisinin aslan payını elinde tutan bir güç olarak yükselse de, Hollywood sinemasının bu güçlü duruşunun ardında, önceki sinema endüstrisinin ezici darbelerinin izi vardı. Zira Hollywood, 1900’lerin başında tüm üretim aşamalarını yüksek maliyetle elinde tutmaya ve bu şekilde sinemayı tekelleştirmeye çalışan Motion Picture Patents Company’e bir başkaldırı olarak doğmuştu. O dönemde film endüstrisinin her alanına sahip olmaya çalışan MPPC, hâkimiyet alanının yanı sıra maliyet bedellerini artırdıkça bu kontrolü kaybetmeye başladı. Zamanla Carl Laemmle ve William Fox gibi isimler, bu dev bünye içinden ayrılarak bağımsız yapımcılar olarak farklı bir zemin üzerine yeniden kendilerini inşa etti. MPPC’nin aksine uzun metraj filmlere ağırlık veren bu şirketler, nitekim sinemaya da içerik ve teknik anlamda yeni bağımsızlığını getirdi. İlerleyen yıllarda örgütlenen yapımcılar, kurdukları Hollywood stüdyo sistemi sayesinde film üretim sürecini MPPC’nin tekelinden kurtardı.
Yıldızlar Yükseliyor
Hollywood sinemasının kuruluş ve gelişme döneminde stüdyo sistemi ne kadar etkili olmuşsa yükselme döneminde de yıldız sisteminin etkileri o kadar söz konusudur. Özellikle geniş kitlelere hitap etmek, gelişmekte olan bir endüstrinin hacmini büyüteceğinden Hollywood sineması, afişlerinde kitle reklamcılığı ve yeni iletişim tekniklerini kullanarak sinema dünyasına yeni bir pencere açtı. Bu afişlerde yer alan Florence Lawrence, James O’Neil, Sarah Bernhardt gibi isimler, yıldızlar merdiveninin basamaklarını hızla çıkmaya başladı. Hem stüdyolar hem de pazar içinde önemli bir güç oluşturan bu yıldızlar, zamanla konumlarının bilincine varıp isimlerini birer marka hâline getirdi. Ancak bu, sistemden koparak bağımsızlaşmalarına da neden oluyor, Hollywood sinemasının gücünü sarsabilecek bir tehlike oluşturuyordu. Bunun önüne geçebilmek için United Artists, yıldızların yer aldığı filmlere ağırlık vereceğini duyurarak yapımcıları korumaya yönelik bir adım attı. Nitekim plan işe yaradı ve yıldızların parladığı filmler, adeta Hollywood sinemasının bugün ıslaklığını koruyan bir imzası hâline geldi.
Rabia Elif Özcan ve Ezgi Ulukoca