Hollywood Gölgesinde: İngiliz Sineması
İngiliz sineması 20.yüzyılın öncesinde başlamış olsa da, ayrı bir sanatsal ve ekonomik varlık olarak I. ve II. Dünya Savaşlarının felaketinden ve kargaşasından sonra belirmiştir. Yıllar boyu Amerikan finansal desteğiyle oluşturulan İngiliz prodüksiyonlarının temel amacı tıpkı klasik Hollywood filmleri gibi toplumu oyalama, uyutma amacı taşıyan, onlara istediğini veren klişe komedi veya aşk filmlerini kapsıyordu. Hollywood’un toplumu uyutan sinemasına tepki gösteren ve 1956 yılında Fransız ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nden etkilenen İngilizler de yeni dalga akımına yelken açtı ve bu akıma “Özgür Sinema” adı verildi. Fakat Özgür Sinema akımı da ekonomik sebeplerle çok uzun sürmemiştir. Toplumun kendi kimliğini ve kültürünü yansıtan filmlere ihtiyaç duyulduğu söylense de, iç pazarda yapılacak yatırıma karşılık alınacağı öngörülmüyordu. Bu sebeple 1990’lı yıllarda dahi, İngiliz sinemasını kapsayan filmlerin %90’ı ABD’li yapımcılar tarafından finanse ediliyordu.
Belirli dönemler dışarıda bırakıldığında, İngiliz sinemasının, sinema meraklıları ve eleştirmenleri tarafından esasen bir başarısızlık olduğu düşünülür. Fakat buna rağmen gişe başarısı, eleştirel beğeni ve uluslararası ödüller baz alındığında; birçok bireysel zaferin yanı sıra uzun bir İngiliz aktör dizisinin Hollywood’da ün kazandığını gösteren güçlü bir oyunculuk geleneği olmuştur. Özgün ve bağımsız bir ülke sinemasının varlığı sürekli bir tartışma konusu olsa da, Alfred Hitchcock, Christopher Nolan, Ken Loach gibi sinemanın dahi yönetmenlerinin doğduğu topraklar olarak sinema dünyasına katkısı büyüktür.
Mike Leigh
Mike Leigh’in sinemasını özgün kılan en önemli faktörlerden biri kendi has tekrarlama ve prova metodolojisidir. Onun sinemasında net bir metin yoktur, sadece üzerine inşa edebileceği temel bir fikir vardır. Oyuncuların kendilerini seçilen mekanın atmosferine kaptırdıkları ve oynayacakları karakterleri içselleştirdikleri uzun bir hazırlık süreci vardır. Karakterler benimsendikçe ve somutlaştıkça, onların birbirleriyle olan etkileşimleri anlatıyı oluşturur. Belirsizliklerle dolu, ezoterik filmleri kendisine uzak bulan Leigh, gerçekliğin aktarımını veya kendi ifadesiyle “sıradanlığın sıradışılığını” vurgular yapımlarında. Teatral kendiliğindenlik kavramına inanarak oluşturduğu filmleri, karakterlerin organik gelişim sürecine ve doğaçlamalarla dolu tartışmalarına dayanan anlatılar barındırır. Bu yaklaşımı Leigh’in imzası olan anlatısını ve özgünlüğünü simgeler. High Hopes (1988), Naked (1993), Topsy-Turvy (1999), All or Nothing (2002), Vera Drake (2004) ve Happy-Go-Lucky (2008) gibi çok önemli eserlerin de içinde bulunduğu on sekiz uzun metrajlı filmden ve son otuz beş yılda yayınlanan yirminin üzerinde sahne oyununa imzasını atmış olan Leigh, İngiliz sineması denince akla gelen ilk yönetmenlerden biri olmuştur.
Jack Cardiff
Doksan yılını sinema sektöründe geçiren Cardiff, bu yolculuğa çocukluk döneminde sessiz filmlerde oyunculuk yaparak başlamış; sonrasında görüntü yönetmenliğine geçerek bu alanda şöhret sahibi olmuştur. Işık ve renk kullanımında uyguladığı özgün teknikler, onun yapıtlarını eşsiz kılıyor ve bu alanda onun orijinal olduğunu kanıtlıyordu. Görüntü yönetmeni olarak Michael Powell, Alfred Hitchcock ve John Huston gibi yönetmenlerle çalışması onun ününü katlayan bir detay olmuştur. Büyük bir hayranı olan Martin Scorsese, ünlü yönetmenlerin olduğu tüm bu filmlerin Cardiff’e özgü bir görünüme sahip olduğunu söylüyordu. Bu alandaki kariyerinden sonra yönetmenliğe soyundu ve on dört adet filmin yönetmenliğini yaptı, 1961 yılında Sons and Lovers (1960) ile Oscar’a aday gösterildi. Sadece ışık kullanımıyla yansıtabildiği ruh hâli ve Van Gogh’dan aldığı ilhamla pekiştirdiği renklerin dansı, onun işlerini her zaman özgün kılmış ve İngiliz sinemasında yer edinmesi sağlamıştır.
Ken Rusell
İngiliz sinemasının en tartışmalı yönetmenlerinden biri olan Rusell, sinemaya kattığı anarşist bakış açısıyla, özgün dokunuşlarıyla her daim akılda kalacak bir isim olmayı başarmıştır. Freudyen bakış açısı gibi, her şeyin temelinde bastırılmış cinsel güdüler olduğu fikri onun yapımlarının da derinlerinde yatıyordu. Her daim izleyiciyi şoka uğratacak veya rahatsız edecek sahnelerle, onları filmin içinde tutma amacı barındırırdı. Yapımları tartışmalı yönleriyle her defasında çok ses getirmiş ve sinema eleştirmenlerini ikiye ayırmış olan Russell, her zaman inançlarının cesaretini ve meydan okuyan bir vizyon tutarlılığını sürdürdü. Kariyerine yönetmenliğini yaptığı yetmiş dört adet film sığdırmış olan Russell, İngiliz sinema dünyasında edepsiz yapımlarıyla itham edilse de, geleneksel olmayı reddetmiştir. Bütün eleştirmenlerin aynı paydada buluştuğu konu ise, onun yaratıcı ve orijinal olduğudur.