1960-1970 Arası Amerikan Sineması
Sinema, yaşamın kendisinden beslenir. İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişen özgürlükçü düşünceler ve yeni toplumsal hareketler, dönemin Amerikan sinemasına da yansımıştır. Yaşanan toplumsal, ekonomik ve siyasi sorunlar ve bu sorunlara karşı ortaya konan toplumsal duruş, daha radikal ve daha politik bir sinemanın ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur. Vietnam Savaşı’na, cinsiyet ayrımcılığına ve ırkçılığa yönelik protestolar daha özgür bir dünya düşüncesinin tohumlarını ekerken, muhafazakâr Klasik Amerikan sinemasındaki hikâye yapısına da alternatif sunmuştur. Mike Nichols`un The Graduate (1967), Arthur Penn`in Bonnie and Clyde (1967) ve Dennis Hopper`ın Easy Rider (1969); dönemin toplumsal ruhunu yansıtan filmleri olarak öne çıkar.
Bu ruhtan etkilenen altmışlı yılların filmleri, muhafazakâr ideolojik yapıya karşı bir duruş sergilemekle de yetinmez. Amerikan izleyicisinin alışmış olduğu anlatım tarzında da radikal değişikliklere yol açar. Fransız Yeni Dalgası ve İtalyan Gerçekçiliği akımları, Amerikalı yönetmenleri bu anlamda etkilemiştir. Örneğin Shadows (1959), yönetmen John Cassavetes`in doğaçlamaya dayalı oyunculuk metodunu kullanarak Hollywood`tan bağımsız olarak çektiği bir filmdir ve Amerikan bağımsız sinemasının ilk filmi olarak kabul edilir.
Bağımsız filmler, sinemaya katkı sağlamışsa da Frank Capra tarzı Klasik Amerikan Sineması`na fazlaca alışık ana akım izleyicinin sinemadan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Ancak Martin Scorsese, Francis Ford Coppola ve Steven Spielberg gibi yönetmenler; hem dönemin ruhunu öne çıkaran, hem de ana akım izleyicisinin ilgisini çeken filmlere imza atarak popüler sinemayı yeniden canlandırmayı başarmıştır.
Martin Scorsese`in 1976 yılında çektiği ve Robert De Niro’nun başrolde yer aldığı Taxi Driver, bunlardan biridir. Filmdeki Travis Bickle karakteri, bir anti- kahramandır ve ABD’deki şiddetin bireyleri nasıl kirlettiğini resmeder. İtalyan göçmeni bir ailenin çocuğu olan Francis Ford Coppola`yı dünyaca tanınan bir yönetmen yapan başyapıtı ise The Godfather üçlemesidir. Başrollerinde Marlon Brando ve Al Pacino`nun yer aldığı film, New York`ta yaşayan bir İtalyan mafya ailesinin hikâyesini anlatır. Üçleme bir trajedi hikâyesidir. Göçmenlerin ABD`ye ve kapitalist düzene entegre olma aşamasındaki sorunlu süreci anlatır. Steven Spielberg`un Jaws (1975) filmi ise köpek balığı metaforu üzerinden toplumdaki tehdit algılamaları ve korku ortamını beyaz perdeye aktarır.
Böylelikle bu üç kült yapım, bir taraftan önemli toplumsal meseleleri sorunsallaştırırken aynı zamanda ana akım izleyiciye hitap edecek anlatım biçimlerini de başarıyla barındırmıştır.