Sinemanın Dünyaya Açılması: 1980-2000 Yılları Arası Amerikan Sineması
Amerikan sinemasında 1980’li yıllarda başlayan küreselleşme süreci, yönetmen sinemalarının doğmasına ve yedinci sanatın evrenselleşmesine ön ayak olmuştur. Gelişen teknoloji, büyüyen prodüksiyonlar ve endüstri, günümüzde kült olarak anılan yönetmenlerin dünya sinema tarihine damga vuracak unutulmaz filmler çekmelerini sağlamıştır. 2000’li yıllara değin geçen yirmi yıllık süreçte yönetmen sineması dediğimizde akla gelen ilk isimlerden biri şüphesiz Spike Lee’dir. Sinema dili her daim politik bir yerde konumlanan Lee, She’s Gotta Have It (1986), Jungle Fever (1991), Malcolm X (1992) ve BlacKkKlansman (2018) filmleriyle büyük ses getirmiş, dünyaca ünlü festivallerin gediklisi hâline gelmiştir. Amerika’nın ırkçı tarihini ve karanlık geçmişini, gerçeği tüm çıplaklığıyla yansıtan bir ayna gibi beyaz perdeye taşıyan yönetmen son filmi BlackKkKlansman ile Oscar da dâhil olmak üzere kırk iki ödülün sahibi olmuştur. Afro-Amerikan bir polis memurunun radikal ırkçı bir örgütün içine sızmaya çalışmasını konu alan film, günümüz Amerika’sında siyahi insanlara karşı giderek artmakta olan kitlesel şiddet eylemlerine ve saldırgan tutuma ışık tutmaktadır.
Amerikan sinemasının dünyaya açıldığı sürece adını altın harflerle yazdıran isimlerden bir diğeri Steven Spielberg’tür. Hollywood’un gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerinden biri olarak gösterilen Spielberg imza attığı büyük prodüksiyonlu işlerle ön plana çıkmıştır. Sektöre savaş ve western kısa filmleri çekerek giriş yapan yönetmenin en başarılı filmleri arasında Jaws (1975), E.T. the Extra- Terrestrial (1982), Schindler’s List (1993), Jurassic Park (1993), Saving Private Ryan (1998) ve Catch Me If You Can (2002) gösterilebilir. Klasik bir köpek balığı saldırısını konu alan Jaws ile gişe rekorları kıran Spielberg, bir uzaylı hikâyesi olan E.T. the Extra- Terrestrial ile dünya sinema tarihinin en çok hasılat elde eden bilim kurgu filmlerinden birine imza atmış ve döneminin çok ilerisinde teknikler kullanarak sinemasının sınırlarını zorlamıştır. Özel efektli ve dev bütçeli stüdyo filmlerinin yanı sıra The Sugarland Express (1974) ve The Color Purple (1985) gibi gerçekçi işler de çeken Steven Spielberg günümüzde hâlen pek çok yönetmene ilham vermeye ve referans niteliğindeki ilk filmleriyle yaşayan en büyük yönetmenlerden biri olarak anılmaya devam etmektedir.
Eraserhead (1977), The Elephant Man (1980), Dune (1984), Blue Velvet (1986), Twin Peaks: Fire Walk with me (1992), Lost Highway (1997) ve Mulholland Dr. (2001) filmleriyle tanıdığımız usta yönetmen David Lynch Amerikan sinemasının en özgün isimlerinden biridir. Şöhretini özellikle 80’li yıllardan sonra çektiği filmleriyle kazanan Lynch, ilk uzun metrajlı işi Eraserhead ile imgesel sinemasının kapılarını aralamıştır. Deneysel sinemanın başyapıtları arasında gösterilen ve siyah-beyaz çekilen film, fantastik bir doğum öyküsünü konu almaktadır. Filmlerinde yozlaşmış ve karanlık bir evrenin bataklığına hapsolmuş karakterleri tüm huzursuzlukları ve felaketleri ile beyaz perdeye taşıyan yönetmen, kullandığı yenilikçi kurgu teknikleri ve yoğun sembolik anlatımı ile sindirilmesi zor, çok katmanlı filmlere imza atmıştır. İnsan bilincinin girilmesi zor odalarında incelikli bir şair gibi dans eden David Lynch’in yarattığı sinema dünyası seyircisini tüm aykırılığıyla kucaklamış ve Lynch’i dünya sinemasının en başarılı yönetmenlerinden biri yapmıştır.