Japonya Sineması
Evrensel güdüm ve disiplinlerarası yaptırım gücü bakımından en kolektif sanat olan sinema, hem kitleleri hem de ülkeleri etkilemeye var gücüyle devam etmektedir. Bu uçsuz bucaksız sinema evreni, kendisini idame ettirecek gücü mevcudiyetinin özünde bulmaktadır. Keza, başlığa ismini veren Japonya sineması denizaşırı diyarların en masalsı destanını oluştururken, Japon yönetmenlerin kadrajları, farklı gerçeklik algılarını en sert devinimleriyle vurmaktadır yüzlere. Yaygın olarak konuşlanmış Avrupa ve Amerika izleyicilerinin ötesinde, yeni bir kültürün kendini tanıştırma merasimi olarak da ele alınabilir.
Kurgu kuramının babası Sergei Eisenstein’ın mihenk taşı eseri Potemkin Zırhlısı (Battleship of Potemkin, 1926) ve hafızamızdan sonsuza dek silinmeyecek olan uzun merdiven sekansı, tam da Japon kültürünün mitleriyle harmanlanmış, olası imgeler zincirini sahneye taşımıştır. Japon geleneksel tiyatro oyunu Kabuki ve yaygın bir şekilde duyguyu vermek için kullanılan sahne maskeleri, metaforik anlatıyla okyanusları aşarak Potemkin Zırhlısı’na misafir olur. Görünen o ki; Japonya’nın kültürel ve tarihi yapısı, doygun medeniyet arka plânıyla kendine has bir sinema anlatısının doğuşunu, belki de çok önceleri haber vermişti. Keza Eisenstein’ın Kabuki tiyatrosuna olan hayranlığı ve iletişim hâlinde olduğu Japon yönetmenler ile yeni bir sinemanın doğuşunu müjdelemişti. Oysaki; Japonya’nın sinema ile tanışması, M.Takashi’nin Amerikan River&Co.’dan kineteskop satın almasıyla gerçekleşti.
Lumiere Kardeşler’in beraber çalıştıkları iki operatörünün Japonya’ya gelmesi ve çoğunluğu Tokyo’da gerçekleşen çekimler yapmaları, söz konusu gelişim sürecinin hızlanmasına önemli bir etken olmuştu. Shoten Yoshizama’nın Japonya’ya ilk film stüdyosunu açması ülkenin sinema sektöründeki kaderini değiştirirken, kendisine de Japon sinemasının kurucusu ünvanını getirdi. Ancak, yazılı kaynaklarda ilk Japon filmi olarak yönetmenliği Tsukemichi Shibata’ya ait olan Momijigari (1902) yer almaktadır. Momijigari; Kabuki tiyatrosunun filme çekilmiş bir görselinden oluşuyordu. Tarih 1909 yılını gösterdiğinde Fransa duruma el attı ve Pathé Yapımevi Tokyo’da bir stüdyo açtı.
Yeni Bir Sinema Doğuyor
1920’lerde Japon sineması, anlatı yapısı olarak Jidai-geki (geleneksel drama) ve Shomin-geki (çağdaş sinema) olarak ikiye ayrıldı. Büyük Üstad Yasujiro Ozu’nun temsil ettiği Shomin-geki ekolü; sıradan ve doğal insanların hikâyelerini konu ediniyordu. Ozu’nun ilk filmi Wakaki-hi (1929), aynı kıza âşık olan iki öğrenci gencin hikâyesine odaklanıyordu.
[1]Shomin-geki’nin bir başka temsilcisi Mikio Naruse ise sessiz dönemin son yıllarında sinemaya başladı ve Yogoto Nu Yume (Bir Gecelik Düş, 1933) ve bir kadının tek başına ayakları üstünde durma savaşımını konu edinen Kagirinaki Hodo (Çıkmaz Sokak, 1933) ile dikkat çekti. Ailesinden ayrılmaya karar veren genç kadının, bir hastanenin upuzun koridoru boyunca tek başına yürüdüğü bölüm, yönetmenin duyarlı anlatımını belgeliyordu.
Japon Yeni Dalgası
Japon sinemasının Batı ile tanışması Akira Kurosawa’nın Rashomon (1950) filmi ile gerçekleşti. Film, 1951’de Venedik Film Festivali’nde, Altın Aslan ödülünün sahibi oldu. Kurosawa, bir nevi Japon Yeni Dalgası olarak anılan filmlere imza attı. Hiroshi Teshigahara ve Shohei Imamura yaptığı filmlerle Japon Yeni Dalgası’nın önemli yönetmenlerinden oldular.
Özellikle; Shohei Imamura Narayama Bushiko (1997) ve Unagi (1997) filmleriyle Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü’nü tam iki kez kazanarak Japon Sinemasını hatrı sayılır bir noktaya taşıdı.
Hiroshi Teshigahara ise, Japon sinemasının Avangart yönetmenlerinden biri olarak anılıyordu ve alışılmışın dışında filmlere imza atarak sinema dünyasını etkiliyordu. Suna No Onna (1964) ve Tanin No Kao (1966) filmleriyle yeni bir soluk getirirken, ele aldığı konularla içinde yaşadığı toplumu bireysel sorgulamalara yöneltiyordu. İş kazası sonucu yüzü deforme olan genç bir adamın yüz nâkli olmayı talep etmesi ve yaşadığı bu değişimle beraber inandığı tüm etik değerleri sorguladığı Tanin No Kao: The Face of Another, adeta toplum yapısını ve bireylerin hedonist yaklaşımlarını güçlü bir üslupla yeren başyapıt özelliği taşımaktadır.
Kaynak: [1],Teksoy Rekin, Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi / Cilt 1, Oğlak Yayıncılık, 2005