32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali kapsamında Ulusal Kısa Film Seçkisi’nde gösterilen Budu hakkında filmin yönetmeni Burcu Ejderoğlu ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Özenle hazırlanan seçkinin tek animasyon filmi olarak seyircilerle buluşan Budu‘ya festival yolculuğunda başarılar dilerim.
Bir yönetmen için hayalindeki senaryoyu hayata geçirmek, yeryüzündeki en güçlü hazlardan biridir diye düşünüyorum. Üstelik bütün enerjinizi yansıttığınız o filmin seyircilerle buluşması, görünür olmak oldukça tatminkâr bir his. Budu (2025) filmiyle animasyon türü üzerinden distopik bir hikâye kuruyorsunuz. Animasyonun ana akım sinemada genellikle riskli bir alana sahip olduğunu düşünüyorum. Tasarlaması ve kurduğunuz dünyanın bire bir yansıtılması prodüksiyon sürecinde zorlayıcı olabiliyor; ancak tüm zorluklara rağmen bazı noktalarda da aslında kolaylık sağladığı alanlar var. Budu’nun çekim tekniği hakkında konuşmak isterim. Hazırlıklar ve set süreci nasıl geçti?
Evet, kesinlikle katılıyorum. Bir yönetmen için hayalindeki dünyayı görünür kılmak ve bunu kendi enerjisinden damıtarak yapmak çok özel bir his. Benim için bu tatmin duygusu film tamamlandığında değil, her sahne bittiğinde başlıyordu aslında. Çünkü stop-motion’da bir karakteri yaratırken, onun her detayını tek tek işliyorsunuz; sonra bir bakıyorsunuz, o artık sadece bir obje değil. Korkuyor, gülüyor, heyecanlanıyor. Bir anın içinde yaşamaya başlıyor. Yıllarca üzerinde çalıştığınız o karakterle aranızda doğal bir bağ oluşuyor ve bu bağ, filmi taşıyan en güçlü duygulardan birine dönüşüyor.
Hazırlık ve set süreci zorlayıcıydı, evet; ama bir o kadar da dönüştürücüydü. Önce karakterlerin armatürleri hazırlandı; ardından üzerleri kil ve plastilinle şekillendirildi. Kostümler ise hikâyenin atmosferine uygun olarak elde dikildi. Setlerdeki evler strafordan yapıldı. Yüzeyleri akrilik boya ve doku pastalarıyla eskitildi, taş, kumaş ve ahşap gibi malzemelerle detaylandırıldı. Gemi ise kartondan bir maket olarak tasarlandı. Tüm bu hazırlıkların ardından çekimlere başladım. Sahnelerin kurulumu, karakter animasyonları, ışıklandırma ve kamera hareketleri dâhil tüm aşamaları tek başıma yürüttüm. Stop-motion’da bir saniyelik hareket için ortalama 12 ila 24 kare çekiliyor. Bu da sahnenin karmaşıklığına göre bazen saatler, bazen de günler süren bir çalışma anlamına geliyor. Bu ince işçilik, sürecin temposunu belirleyen en önemli unsur oldu. Çekim disiplini ve planlı ilerlemek, projenin devamında da büyük bir kolaylık sağladı. Kaba kurguyu sahne sahne ilerleterek hazırladığım için post prodüksiyon kısmı biraz daha akıcı geçti.
Filmde birçok kavramı iç içe görüyoruz. Korku, kaygı, yaşama arzusu; bence son derece imgesel bir filme imza attınız. Budu, izleyiciye kendini hemen tanıma fırsatı vermiyor. Bu noktada filmin gelişim sürecini merak ediyorum. Budu nasıl ortaya çıktı?
Benim için her yeni film aynı zamanda bir öğrenme süreci. Her projede tekniğimin üzerine bir şeyler katmaya çalışıyorum. Bir önceki filmimde gerçek insan boyutunda, gerçek mekânda geçen bir hikâye anlatmıştım. Bu kez sıfırdan bir dünya düşlemek, set tasarımında kendi dilimi geliştirmek ve hem karakter yaratımı hem de animatörlük açısından kendimi bir adım daha ileri taşımak istiyordum.
O dönemde “yön bulmak” ve “yön değiştirmek” üzerine de çok düşünüyordum. Sanırım o içsel dönüşümün izleri yavaş yavaş Budu’ya dönüştü. Bazı sahneler yalnızca zihnimde dolaşan imgelerdi. Örneğin, kadının yer aldığı sahne başta tek bir görüntüden ibaretti: Renklerin süsleyici değil, kimlik silici bir katman gibi davranması fikrinden yola çıkarak kendime sorular sormaya başladım ve bu sorular zamanla filmdeki metaforlara dönüştü. Hâliyle filmin seyirciye hemen bir açıklık sunmaması, benim de bu yolculuğa net cevaplarla değil, sorularla çıkmış olmamla ilgili. Budu’yu yazarken anlatıyı baştan sona kurmaktan çok, bazı duygulara alan açmak istedim. Bu yüzden filmin anlamı da etkisi de izleyene göre değişiyor. Bu çok hoşuma gidiyor, çünkü her izleyici filmi kendisiyle birlikte tamamlıyor.
Postapokaliptik bir evrende kurulan Budu aslında birçok problemi tartışmaya sunuyor. Örneğin içinde yaşadığımız dünya bu hâle nasıl geldi, bizi yakın gelecekte neler bekliyor? Tüm zorlu şartlara rağmen insan dediğimiz canlının yaşama arzusu ve teslim olmama güdüsü bence oldukça değerli bir mücadele. Ancak bir önceki sorumda da belirttiğim gibi filminiz imgesel kodlarla dolu. Bu noktada dikkatimi çeken en önemli unsur, hepimizin aslında bir anıdan ve küçük bir fotoğraftan ibaret oluşumuzdu. Her şey olup biterken geri dönüp baktığımızda aslında çok küçük bir an için madde formunda bulunduğumuzu ve hayatı yeterince deneyimleyip deneyimlemediğimizi sorguladım. Sanırım filmde ele alınan konuların en belirleyici teması yalnız olmamız ve benzer problemlerle uğraşmamız.
Evreni zamandan ve mekândan bağımsız bir yerde tutmak gerekiyordu. Çünkü Budu, belli bir dönemin ya da tek bir olayın hikâyesi değil. Daha çok yönsüzlük, belirsizlik, teslim olmama arzusu, merak gibi hem insani hem de evrensel duygularla ilgileniyor.
İmgeleri tercih etmemin sebebi de bu. Film izleyiciye hazır bir anlam sunmak istemiyor. Herkes kendi geçmişinden, kendi baskılarından, kendi yolculuğundan bir şey taşısın istedim o gemide. Mesela büyücüler, tek bir kötülüğü temsil etmiyor. İzleyen kişinin hayatındaki baskı figürü neyse, onun şeklini alıyorlar.
Evet, hepimiz kendi içimizde, farklı biçimlerde aynı duygularla boğuşuyoruz. Her şey olup biterken, o küçücük ânın içinde ne kadar gerçekten var olabildik? Ne kadar kendi renklerimizle, kendi kararlarımızla yer aldık? Yoksa bize çizilmiş bir çerçevenin içinde, başkalarının boyadığı bir fotoğrafın parçası mıyız? Budu’nun sormaya çalıştığı sorular da tam olarak bunlar aslında.
Ben filmleri ayrıntısına kadar incelemeyi seven biriyim. Mesela belki de aşırı bir okumaya değinmiş olabilirim; ancak Budu’da tekinsizlik üzerine bir çatının kurulduğunu da hissediyorum. Sadece on dakikalık bir filmde böyle yoğun duyguları işlediğiniz için tebriklerimi iletmek isterim. Kolektif buhran ve tedirginlik Budu’nun bütünsel işleyişinde nasıl bir yol haritası çiziyor?
Çok teşekkür ederim, bu tür okumalar beni gerçekten çok mutlu ediyor. Evet, o tekinsizlik duygusu filmin başından sonuna kadar bilinçli olarak kurmaya çalıştığım bir atmosferdi ve Budu’nun her ânında bunun hissedilmesini istedim. Bu atmosferin oluşmasında en büyük katkıyı ses tasarımı ve müzik sağladı diyebilirim. Mürsel Aslan, bir önceki filmimde de birlikte çalıştığım biri olduğu için dilime ve dünyama çok hâkimdi; ses dokularında tam da aradığım o rahatsız edici tınıları kurdu. Müziği ise Yağız Oral besteledi. Filmdeki anlatıcılık görevini neredeyse müzik üstlendi diyebilirim.
Yağız, istediğimiz tekinsizliği ve tedirginliği çok iyi hissettirdi. Çiğdem Subaş’ın dünyasından çıkan karakterler ve filmin genel ambiyansı da eklenince, ortaya tam da hayal ettiğim gibi, izleyeni huzursuz ama merakta bırakan bir atmosfer çıktı. Kısa sürede bu duyguları var edebildiysem, bu tamamen çok yetenekli insanlarla güçlerimizi birleştirmemiz sayesinde oldu. Herkese ayrıca çok teşekkür ederim. Bu atmosferin içinde şekillenen kolektif buhran hissi de film boyunca kendi yolunu buldu diyebilirim.
Tıpkı karakterler gibi biz de zaman zaman yönsüzlük ve belirsizlikle baş başa kalıyoruz. Budu’nun ritmini belirleyen şey tam olarak bu hissin kendisiydi.
Biraz da sizden bahsetmek isterim. Artvin doğumlusunuz, coğrafyanın karakter üzerinde etkileri olduğu aşikâr. Özellikle deniz seven belki de deniz olmadan yaşayamayan biri olduğunuzu düşünüyorum. Budu’da Karadeniz’in hırçınlığını görmek mümkün. Bir filmde deniz gördüğümüz zaman sonsuzluk, umut, yeni bir yaşam ve güvenli bir alana duyulan özlemi hissediyoruz. Ancak imgesel olarak deniz kullanımı benim aklıma son yıllarda mültecilerin maruz kaldığı zorlukları getiriyor. Denize kıyısı olan birçok ülkede bu umut trafiği sıklıkla kendini var ediyor. Budu bu bağlamda bir yeniden doğuş, direniş filmi ve sistem eleştirisi barındırıyor diyebilir miyiz?
Evet, Artvin doğumluyum. Bugün sahip olduğum hayal gücünü büyük ölçüde çocukluğumu geçirdiğim köye ve o coğrafyanın sunduğu doğaya borçlu hissediyorum. Özellikle denizle ve ormanla kurduğum bağ, anlatılarımda farkında olmadan bile kendini gösteriyor. Mesela sis, muhtemelen her filmimde bir şekilde karşınıza çıkacaktır. Anneannesi ya da babaannesiyle yaz aylarını yaylada geçirmiş çocuklar, bu duyguyu çok iyi anlayacaktır. Deniz, umudu, kaçışı, özgürlüğü ya da yok oluşu temsil edebiliyor. Budu’da bu, çok bilinçli bir tercih.
Film, bir kişisel hikâyenin yanı sıra kolektif bir hafızaya, ortak duygulara da temas etmek istediği için yerinden edilmiş olmayı ya da sistemin dışına itilmiş kimlikleri çağrıştırması tesadüf değil. Budu’nun bir direniş filmi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu direniş, yüksek sesli bir başkaldırıdan çok, yönünü bulmaya çalışan bir sessizlik hâlinde var oluyor. Daha önce de bahsettiğim gibi, filmdeki baskı figürü herkes için farklı biçimlerde ortaya çıkıyor ve çoğu zaman bu figür, sistemin ta kendisi oluyor. Bu yüzden evet, Budu’yu aynı zamanda bir sistem eleştirisi olarak da görebiliriz.
Sanki biraz da köklere duyulan özlemi veya aidiyet duygusunu vurguluyor. Budu’nun herhangi bir yere ait olmadığını hissediyorum.
Evet, herkesin kendi içinde konumlandırdığı yere ait tek bir konumu yok.
Kuramsal açıdan baktığımızda da Budu’yu gözetim toplumunda çoğunluğa biat etmeyen bir asi olarak da ele almak mümkün.
Aslında Budu, sistemin karşısında duran bir güçten çok, sistemin içinden doğan bir enerji. Onu bir asi olarak değil, var olan düzenin içindeki bir sorgulama hâli olarak görüyorum. Kendi içinde hem uyanış hem teslimiyet barındırıyor.
Birileri tarafından her hareketimizin izlenmesi ve kısıtlanma, özellikle ilk sahnede karşımıza çıkan “Big sisters” içinde yaşadığımız bu dünyanın yakın gelecekteki cehennem senaryolarına göz kırptığını kolaylıkla var sayabiliyoruz.
Evet, maalesef hepimizin görünmeden izlendiği, yönlendirildiği bir düzenin içindeyiz.
Filminiz 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gösterimini gerçekleştirdi. Seyirci yorumlarını, tepkilerini, ilgilerini çok merak ediyorum. Özellikle “Herkes film söyleşisine oyuncularıyla birlikte katılıyor, ben de figürlerimle katıldım,” deyişiniz beni çok etkiledi 🙂 Kesinlikle Budu oyunculuk bakımından birçok ödüle layık. Gelen tepkilere yönelik ülkemizde animasyon sinemayı nasıl yorumluyorsunuz? Yetişkin animasyonu hakkındaki güncel gelişmeleri sizden duymak isterim.
Altın Koza gibi köklü ve güçlü bir festivalde, Ulusal Kısa Film Seçkisi’nde tek animasyon film olarak yer almak başlı başına büyük bir heyecandı. Üstelik Budu’yu ilk kez bir sinema salonunda, böyle önemli bir festivalde izlemek… O an benim için gerçekten çok özeldi.
Gelen tepkiler ve söyleşi sonrası yorumlar beni çok mutlu etti. Budu’yu bu kadar kişisel yapan şey belki de tam olarak bu: Film herkeste farklı bir yerden çalışıyor. Gösterim sonrası sohbetlerde birçok kişi gelip kendi baskı figürünü paylaştı. Öyle farklı bağlar kuruyorlar ki bazen ben bile filmi yeniden dinliyormuşum gibi hissediyorum. Bu çok katmanlılık ve çok seslilik beni gerçekten çok besliyor. Altın Koza’da da bunun en güzel örneklerini yaşadım.
Karakterlere verdiğim bir söz vardı aslında: Onları en çok heyecanlandığım festivale götüreceğime dair. Sözümü tuttuğum için çok mutluyum. Söyleşiye birlikte çıkmak da gerçekten çok keyifliydi. Duyguları bazen çok yüksek yaşadığım için “abartıyor muyum acaba?” diye içten içe bir sorgum da olmuştu. Bu yüzden sizden bunu duymak beni çok mutlu etti. Büyücü çıkamadı ama sahneye onunla bir yolculuğum daha var gibi görünüyor şu an 🙂 Türkiye’de animasyon sinema ne yazık ki hâlâ hak ettiği yerde değil. Oysa inanılmaz yetenekli sanatçılar ve büyük işler çıkarabilecek bir potansiyelimiz var, ama üretim konusunda oldukça gerideyiz. Özellikle yetişkin animasyonu alanında çok daha güçlü bir yerde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Seyircinin ilgisine dair hiçbir kuşkum yok. Umarım yakın zamanda hem desteklerin hem de üretimin arttığı bir döneme evriliriz.
Adana’dan sonraki durağınız Kork Uluslararası Korku Filmleri Festivali ve sonrasında da Fethiye Uluslararası Film Festivali değil mi? Özellikle KORK’a değinmek isterim. Sanırım bu seçkide size hitap eden daha fazla film vardır. Daha deneysel ve mayınlı alanlara açılabilen, hayal gücünün ötesindeki filmlere yer verileceğini düşünüyorum. Budu bence bu listede olmayı oldukça hak eden bir yapım. Benim kendi adıma biraz finalistleri inceleme şansım oldu, gerçekten harika bir ekip ile filminiz gösterilecek. KORK, tür sinemasına yönelik bir festival olduğu için kendine ait bir kitleye sahip. Bunu bir korku filmi bağımlısı olarak soruyorum; Uluslararası Korku Filmleri Festivali ile yolunuz nasıl kesişti, korku filmlerine dair bir özel bir ilginiz var mı?
Evet, Adana’dan sonra Budu’nun yeni durakları Kork Uluslararası Korku Filmleri Festivali, Fethiye, Yalova, Ordu ve İzmir olacak gibi görünüyor. Şu ana kadar katıldığımız neredeyse her festivalden bir seçkiyle dönüyoruz ve bu beni çok mutlu ediyor. KORK’la yolum, başvuru sürecinde kesişti. Festivalin tür sinemasına ve özellikle deneysel işlere alan açıyor olması dikkatimi çekmişti. Zaten ben de korkuya, gerilime ve fantastik dünyalara ayrı bir ilgi duyan biriyim. Özellikle çocukluğumun geçtiği köy hayatı bunda çok etkili. Ormanın içinde bir evde, yazları aynı çatı altında yedi aile bir arada yaşardık. Bir dolu kuzen… Özellikle bizden büyük olanlar, sürekli korku hikâyeleri anlatır ya da türlü tuzaklarla bizi korkuturlardı. “Biz” diyorum, çünkü karakter tasarımlarını yapan Çiğdem de benim kuzenim. O evde birlikte büyüdük. Çocukluğumuzun bugünümüze ve üretimlerimize büyük etkisi var. O yüzden Budu’nun KORK gibi bir festivalde yer alması benim için özel. O hissi bilen, o hissi seven bir kitleyle buluşacak olmak gerçekten heyecan verici.
Budu’yu korku nüanslarıyla ele alırken paganik işaretler ve kadın düşmanlığı gibi kavramlar göze çarpıyor. Özellikle filmin bir diğer dikkat çeken karakteri doğa ile bütünleşen tutsak bir kadın figürü üzerinde yoğunlaşıyor. İlk izlediğimde aklıma Orta Çağ’da cadı olduğu gerekçesiyle yakılan kadınlar geldi. Kadın ve şeytan alegorisi hem sinemanın hem de yaratılış mitinin var oluştan beri beslendiği konuların başında geliyor. Kısa metrajlı animasyon bir filme bu kadar derin ve yoğun anlamlar sığdırmak bence takdire şayan. Özellikle konular arası geçirgenlik seyir deneyimi boyunca andan kopmadan sürükleyici bir izlenime dönüşüyor. Ancak Budu bir o kadar da öznel bir film. Klasik bir düzende ilerleyen sıradan anlatı yapısına sahip olmadığı için bambaşka anlamlar çıkartmak da mümkün. Budu’ya yönelik gelen eleştirileri nasıl, yorumlamalar konusunda katılmakta zorlandığınız çıkarımlar oldu mu?
Budu’yla böyle çağrışımlar kurulabiliyor olması beni gerçekten çok mutlu ediyor. Benzer bir yorumu halk anlatılarına ve sembollere merakı olan bir arkadaşım da yapmıştı. Özellikle kadın figürünün doğayla ilişkisi üzerinden düşündürmüştü beni. Karadeniz’de de “cazi” hikâyeleri vardır, cadıdan türediği söylenir. Eskiden biraz kulağıma çalınmıştı, ama bu yorum sayesinde daha derin bir araştırmaya yöneldim. O zamandan beri bu anlatıların izini biraz daha dikkatli sürmeye çalışıyorum.
Bazen gelen yorumlara ben de şaşırıyorum. “Bunu bilinçli mi yaptım, yoksa zaten içimde vardı da ben mi fark etmedim?” diye düşündüğüm oluyor. Budu’nun öznel bir anlatı olması bu yüzden çok kıymetli geliyor bana. Herkes kendi birikimiyle izliyor, kendi çağrışımlarıyla tamamlıyor. Katıldığım yorumlar da oluyor, pek örtüşmeyenler de… Ama bence Budu’nun doğası tam olarak bu. Yorumlar çeşitlendikçe sanki ben de filmi yeniden izliyormuşum gibi hissediyorum.
Şu an üzerinde çalıştığınız yeni bir proje var mı?
Evet, beni çok heyecanlandıran iki proje var şu anda. Uzun zamandır çocuklara yönelik bir şeyler yapmak istiyordum, şimdi “Noni” adında bir çizgi film üzerinde çalışıyorum. Yazım aşamasındayım ve süreci büyük bir keyifle sürdürüyorum. Diğer proje ise yine bir film. Bu kez doğa ve insan ilişkisine odaklanan, kültürümden beslendiğim, Karadeniz şivesiyle konuşan karakterlerin yer aldığı, bol duygu taşıyan bir hikâye kuruyorum. Budu’da denizdeydik, şimdi ormanın derinliklerine doğru yol alacağız diyebilirim. İkisi de benim için çok özel. Budu’nun yolculuğu bu yeni projelere duyduğum heyecanı da fazlasıyla büyüttü.
Röportaj talebimi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim.
Filmi bu kadar özenli bir şekilde okuduğunuz için asıl ben çok teşekkür ederim. İlkler benim için gerçekten çok kıymetli. Bu, Budu’nun yolculuğundaki ilk röportaj ve dolayısıyla sizin yeriniz de bu yolculukta artık çok özel bir noktada.