“Bu soğuk, kuzey diyarlarda, salt geleceğin ellerine doğdu…”
Eppu Normaali (Murheellisten laulujen maa)
Aku Louhimies imzalı 2005 yapımı Paha Maa (Frozen Land / Buz Diyarı), Finlandiya’nın başkenti Helsinki’nin beyaza yakın gri atmosferinde, sahte bir 500 Euro’luk banknotun insanların başına açtığı zincirleme felaketleri gözler önüne seren, talihsizliklerle dolu, çarpıcı bir hikaye. Aslında ismi İngilizceye, oradan da Türkçeye çevrildiği gibi “Buz Diyarı” değil. Fincede “Paha” sözcüğü, kötü, işe yaramaz, zararlı gibi anlamlar taşıyor. Ancak filmin atmosferine, filme esin kaynağı olan şarkıya (Eppu Normaali- Murheellisten laulujen maa) ve hikaye içindeki insanların buz kesmişliklerine bakarsak, Frozen Land çok da uygunsuz bir yakıştırma değil.
Uyuşturucu bağımlısı bir gencin, arkadaşının bilgisayarında bulduğu 500 Euro’yu kağıt üzerine basarak, babasının birkaç şişe bira için sattığı müzik setinin yerine yenisini almasıyla başlıyor olaylar örgüsü. Genç (Niko), kullanılmış eşyalar satan bir dükkandan hem müzik setini alıyor, hem de verdiği 500 Euro’nun üzerini gerçek para olarak cebe indiriyor. Niko’nun zafer sarhoşu bir şekilde dükkandan çıkmasıyla, kasadaki yaşlı kadının dramı başlıyor. Ardından aşık olduğu dansçı kızı, gösterişli bir akşam yemeğine davet edebilmek için televizyonunu satmak isteyen bir adamın hayal kırıklığı… Ardından bir araba satıcısı, bir elektrikli süpürge pazarlamacısı, bir fahişe, bir polis memuru, aileler, arkadaşlar, eşler… Küçük, ve üstelik “sahte” bir kağıt parçasının peşinden sürüklenen hayatlar… Yıllar sonrasına kadar sürüp giden, talihsizlikler ve acımasızlıklarla dolu bir hikaye…
Günümüz Finlandiya’sını tüm gerçekliğiyle yansıtan, suç, uyuşturucu, seks, öfke, korku ve suçluluk dolu beyaz bir dünyada, işsiz kaldıktan sonra alkole yenik düşen babası tarafından sokağa atılan bir genç ile onun bilgisayar delisi arkadaşının hikayesi üzerinden, kişinin bir davranışının onun hiç tanımadığı başka kişiler üzerinde ne denli büyük hasarlar bırakabileceğini gözler önüne seren film, aslında çok ciddi bir sistem eleştirisi barındırıyor bünyesinde. Olay örgüsü, hikayenin ulaşmayı hedeflediği ve başarıyla ulaştığı nokta, iki saati aşkın süre içinde devam eden sakinlik ve bu sakinliğe rağmen filmin ağızlarda bıraktığı tatlı-ekşi lezzet, film boyunca hissedilen o rahatsızlık, kendini oturmakta olduğu yere ait hissedememe, o eğretilik hissi ve filmin yarı belgeselimsi görselliği o kadar takdire şayan ki, genele hakim olan soğuk durağanlığa rağmen 128 dakikanın nasıl geçtiği kesinlikle anlaşılmıyor. İzlediğiniz hayatlara ve düş kırıklıklarına, çaresizliklere çok benzer şeylerin sizin çevrenizde de sürekli yaşanmakta olduğunu bilmenin verdiği o daralma hissi film boyunca yakanızı bırakmıyor. Yakanızı bırakmamakla da kalmıyor, bir de sizi yakanızdan tuttuğu gibi silkeliyor, sarsıyor. Boğazınıza yapışıyor, ama nedense hiç şikayetçi olmuyorsunuz.
Tolstoy’un “Sahte Kupon” adlı öyküsünden yola çıkarak, insanların günahlarını başkalarına yüklemelerini, ve başa gelen talihsizliklerin başkalarının günahlarının bedelleri olabileceğini vurgulayan film ile yönetmen Louhimies, modern çağın ve modern insanın soğukluğuna ve umursamazlığına dikkat çekerken, modern toplum yapısını da eleştirme imkanı bulmuş.
Göteborg, Moskova ve Leeds gibi birçok uluslararası festivalden ödüllerle dönmüş olan Paha Maa, sizinle konuşmaya başladığı andan itibaren (ki bu benim için ekranda “balta” yazısını gördüğümde başladı) sizi içine çekecek, ve insanı altüst eden kurgusuyla uzun süre etkisi altında tutacak.
“Bunun olmasını asla istemezdim. Çocukken birbirimize sorduğumuz soruları hatırlıyor musun? Uzayın büyüklüğü ne? Gökyüzü nerede sona eriyor? Deniz nerede başlıyor? Kendimi kötü hissettiğimde niye bağıramıyorum? Bu hayat cehennemi aratmıyorsa, o zaman onu yaşamanın ne anlamı var? Ama sonunda her şeyin hepimiz için en iyi şekilde gelişeceğine inanmak zorundayız. Aksi halde her şey anlamsız…”
…ve sonunda her şey herkes için en iyi şekilde bitecek.