Bildiğiniz gibi bir süredir Fil’m Hafızası olarak gerek sinema yazılarıyla gerekse düzenlediğimiz etkinliklerle, sizlerle buluşan bizleri daha yakından tanımanız için kendi içimizde söyleşiler gerçekleştirmeye başladık. Bu ay ekip içi söyleşi yapma görevi bana verildiğinde, bu söyleşiyi kiminle gerçekleştireceğimi düşünmeme çok da gerek kalmadı. Zira platformumuzun çok yönlü kişiliği, ilgilendiği her alanda da başarıya ulaşmış genç Yönetici Ortağı olan Kutay Ucun’u daha yakından tanıma fırsatı elime geçmişti. Söyleşiyi platformun düzenli toplantılarından birinin arkasından gerçekleştirdiğimiz için platformumuzun Kurucu Yönetici Ortağı Öncü Gülmez ve Marcom ekibimizden Cemal Pampal da sorularıyla katkıda bulundular. Dilerseniz hep birlikte Kutay’ı daha yakından tanıyalım.
E.U. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden mezunsun. Lisans tezinin konusu ise kent ve sinema üzerine. Hatta tam olarak adı “Kent Planlama ve Sinema Bağlamında Ütopik ve Distopik Filmler Üzerinden Kent Okumaları”. Sinema mezunu değilsin ancak tezinin konusuna bakarsak sinemayla üniversitede de ilgileniyormuşsun. Tam olarak ne zaman sinemayla ilgilenmeye başladın?
K.U. Ben Şehir ve Bölge Planlama okudum aslında. Ancak üniversiteye girdiğimden beri aklımda hep sinema üzerine bir şeyler yapmak vardı. Babamın işi dolayısıyla şehirden şehire dolaşırdık. Ben beş altı yaşlarındayken babamın çalıştığı pasajda video kaset dükkânı vardı. Babam beni oyalanmam için ara sıra o dükkâna bırakırdı. Sinemayla ilgilenmem o dönem başladı diyebilirim. Hatta o dönem ailemin bana aldığı video kasetlerin üstüne, daha sonra benim de sinemayla ilgilenmeye başlamamla birlikte yeni video kasetler toplamaya başladım. Bir yerden sonra iş koleksiyonerliğe dönüştü ve şu anda üç bine yakın video kasetim var.
E.U. Sinemaya olan ilgin çocukluğuna dayanıyorsa neden üniversitede sinema okumayı tercih etmedin?
K.U. Eğitim sisteminin azizliği diyelim. Sayısal mezunuyum. O şartlar altında bu nedenle sinema okuyamazdım. Ama çok da önemli görmüyorum bu konuyu. Senin de belirttiğin gibi lisans tezimin konusunu distopik filmler üstünden kent okuması olarak seçtim. Dört filmi kent çerçevesinde inceledim: Metropolis (1927) ve Things to Come’ı (1936), Blade Runner (1982) ve Brazil’i (1985). Üniversitede sinema okumadım ama yüksek lisansımı sinema üzerine yapıyorum. Şu anda tez aşamasındayım.
E.U. Müzik, Lütfen! Bir Indie Müzik Yolculuğu (2016) adında bir kısa filmin var. Ancak yardımcı yönetmenliğini yaptığın Bir Maç Günlüğü (2013) adında bir kısa filme daha rastladım. Bu iki filmden biraz bahseder misin?
K.U. İlk kısa filmim Müzik, Lütfen! Bir Indie Müzik Yolculuğu. Bir Maç Günlüğü de benim için çok güzel bir deneyimdi. Ancak orada dediğin gibi yardımcı yönetmendim. O filmin yönetmeni Deniz Özden’dir. Film çekerken Deniz’le dayanışma hâlinde oluyoruz. Deniz’in kısa filminde ben yardımcı yönetmendim. Benim kısa filmimde de Deniz yardımcı yönetmenlik yaptı.
Müzik, Lütfen! Bir Indie Müzik Yolculuğu’ndan bahsedecek olursak, filmi ortaya çıkarmamız bir buçuk yıl sürdü.
E.U. Kısa film için oldukça uzun bir süre.
K.U. Evet, elimizde on saatin çok üstünde görüntü vardı ve biz filmi otuz dakikaya indirdik. Yüz Yüzeyken Konuşuruz, Nil İpek, Can Güngör, Biz, Yok Öyle Kararlı Şeyler, She Past Away ile röportaj gerçekleştirdik ve konserlerini çektik. Benim filmim yalnızca belgesel değil aslında. Hibrit bir tür ve kurmacanın belgesele evrilmesi üzerine devam ediyor. Filmin senaryosunun yanı sıra yapımcılığı ve yönetmenliği de bana ait. Ortak Yapımcı olarak ise Uğur Ünleyen ve Barış Demirer vardı. Filmde yer alan bütün müzisyenlere de ayrıca çok teşekkür ederim. Her aşamada çok destek oldular.
E.U. Filmde yer alan müzisyenlerle önceden tanışıklığın var mıydı?
K.U. Tanıdıklarım vardı ancak hepsini tanımıyordum ne yazık ki. Yürütücü yapımcımız Asena Bulduk gruplarla iletişimimizi sağlayan kişi oldu. Müzisyen arkadaşlar da çok tatlı insanlar zaten. Tanıştıktan sonra çekim aşaması çok güzel geçti.
E.U. Filmde Indie müziğin Türkiye’deki yolculuğunu anlatıyorsun. İlgilendiğin bir müzik türü olduğu için bu tür üstünden bir kısa film çektin galiba değil mi?
K.U. Evet. Indie müziği çok severim. Türkiye’den de müzisyenleri yakından takip ediyordum. Bu müziğin bir şekilde insanlara ulaşması gerektiğini düşünüyordum onun için böyle bir belgesele soyunduk.
E.U. Filmin yolculuğu nasıl oldu peki? Birçok festivalde finalist olduğunu gördüm.
K.U. Filmin Türkiye’de ve dünyada güzel bir festival yolculuğu oldu. Hâlâ daha devam ediyor. Akbank Kısa Film Festivali’nde, İzmir Uluslararası Kısa Film Festivali’nde, Boğaziçi Film Festivali’nde yarıştı, hepsinde de finalist oldu. Türkiye’deki bağımsız müzik üzerine çekilen bir belgeselin gösterilmesi güzel bir motivasyon. Yakın zaman içinde filmin festival yolculuğu bitip sosyal medya üzerinden asıl kitlesiyle buluşmasını sağlayacağız.
E.U. Bildiğim kadarıyla sen de müzikle bizzat ilgileniyorsun. Müzikle ne kadar iç içesin?
K.U. İyi bir dinleyici olarak müzikle hep iç içeydim. Üniversiteye başladığım 2007-2008 yıllarında, eğlenmek için gittiğim mekânlarda DJ adı altında aslında playlist editörlüğü yapmaya başladım. Haftanın üç dört günü, sayısı onu bulan bu eğlence mekânlarında çaldım. Hâlâ daha bazı özel gecelerde DJ’lik yapıyorum ve bundan çok büyük keyif alıyorum.
E.U. Türkiye’de kısa film, uzun metraj film çekmeden önce bir aşama olarak görülüyor. Dünyada ise böyle bir algı yok tabii ki. Sen de uzun metraja geçecek misin yoksa bir kısa filmci misin?
K.U. Kısa filmci gibi bir tanım üstünden gitmemek lazım. Kısa filmin uzun metraja geçmek için bir basamak olarak görülmesi bana komik ve yanlış gelmiştir. Kısa film, önemli bir formattır. Kısa filmcilere “Genç çocuklar bir şeyler yapıyor.” diye bakılması canımı sıkıyor. Biz genç çocuk falan değiliz. Ne yaptığımızı biliyoruz, iyi bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Tabii ki yanlış bastığımız notalar olacaktır ancak düzelmesi için elimizden gelenin en iyisini yapacağız. Jürilerin kısa filmciler hakkındaki ‘genç çocuk’ algısını bir an önce değiştirmesi gerekiyor. David Linch, Wes Anderson da kısa film çekiyor. Kimse onlara “Genç çocuk ne güzel şeyler yapıyor, o da bir şeyler deniyor.” diye bakmıyor.
Ülkemizde çok iyi filmler görüyoruz. Büyük bir alan olmaya başladı ancak istenilen değeri görmüyor. Kısa filmlerin gösterildiği ve değerlendirildiği birkaç festival var ve ne yazık ki bir grup sinemaseverin tekeline bırakılıyor. İnsanların kısa filmlere ulaşması çok zor. Fil’m Hafızası olarak bunu kolaylaştırmak için bir şeyler yapıyoruz.
E.U. Evet Film Hafızası her ay Keşfetmenin Keyfi adlı etkinlikle sinema severleri kısa filmlerle buluşturuyor. Peki, sen aynı zamanda sinema eğitmenisin ve özellikle çocuklarla film atölyeleri yapıyorsun. Yalnızca çocuklarla da sınırlı değil, kurumlarla çalışıyorsun ve birlikte film okuma etkinlikleri düzenliyorsunuz. Bu süreç nasıl gelişti?
K.U. Evet, yüksek lisansa başladığım yıl özel bir okulda sinema eğitmenliğine başladım. Altı yıldır eğitmenim. Çocuklarla yaptığımız dersin adı Film Atölyesi. Sinema tarihinden başlayarak, oyunlarla, neşeli bir şekilde filmler izleyerek sinemayı öğreniyoruz. Çocuklarla filmleri anlamaya çalışarak işin ön prodüksiyon, prodüksiyon, post prodüksiyon gibi tüm aşamalarını inceleyip her yıl bir kısa film ortaya çıkarıyoruz. Yarışmalara katılıyoruz. Bu yıl Orta Okullar Arası Geniş Açı Film Yarışması’nın altıncısını düzenliyoruz. Bu nedenle çocuklarla gerçekleştirdiğim eğitimlere çok önem veriyorum.
Film okuma ve analizi üstüne gerçekleştirdiğim etkinliklerden bahsedecek olursam, Fil’m Hafızası’yla birlikte aynı zamanda sinema yazarlığı da yapmaya başladım. Birçok dergide sinema yazısı yazdım. En uzun soluklu olan Mesele dergisiydi. Orada yaklaşık üç yıl yazdım. Sinema yazarlığı ve eğitmenliği yaptığımı bilen bir arkadaşımın önerisi üzerine film okuma etkinlikleri yapmaya başladık. Yirminin üstünde etkinlik gerçekleştirdik ve çok keyif aldık her seferinde.
E.U. Bundan sonraki planların nelerdir? Özellikle Müzik, Lütfen! Bir Indie Müzik Yolculuğu’ndan sonra neler yapacağını merak ediyorum.
K.U. Önce Müzik, Lütfen! Bir Indie Müzik Yolculuğu’nun yolculuğu tamamlanacak ondan sonra kurmaca bir kısa film çekmek istiyorum. Şu anda senaryosunu çalışıyorum. Yakın zamanda hayata geçirmek istiyorum. Ondan sonrasını ise zaman gösterecek. İkinci kısa filmden sonra uzun metraj bir film çekeceğim gibi bir planım yok. Önce benim tatmin olmam gerekiyor. Ayrıca uzun metraj film için Türkiye’de yapımcı bulmak çok zor bir iş ve işin maddi boyutu gerçekten çok ağır. Bir yandan da eğitmenlik devam ediyor.
E.U. Yüksek lisans tezinin konusu korku sineması üzerine. Korku sinemasına özel bir ilgin mi var?
K.U. Yüksek lisans tezimin konusu “Korku Sinemasında Kent”. Çıkış noktam, ne oldu da içinde büyüdüğümüz evlerden, sokaklardan korkar hale geldik. Bu korkunun temelinde yatan şeyi sinema üzerinden çözmenin peşine düştüm. Korku sineması benim en sevdiğim janradır. Zaten tür sinemasını çok severim. Sinemada neredeyse her janrın çok değerli olduğunu düşünüyorum. Ama Chuckylerle, Freddylerle, 13. Cumalarla büyümüş biri olarak korku filmi izlerken ayrı bir keyif alırım. Evil Dead (1981) hayatımı değiştiren bir filmdir örneğin. O filmi video kasetten izlediğimde aklımı kaybettiğimi düşünmüştüm. Benim için korku sineması çok değerli. Şu anda korku sineması üzerine yapılan filmlerin biraz daha kalitesinin artması gerektiğini düşünüyorum.
E.U. Türkiye’de korku sinemasına iyi bir örnek var mı sence?
K.U. Can Evrenol’un Baskın (2015) filmi çok iyi bir film bence. İyi filmler başkaca da yapılacaktır ancak bu dönemde çekilen cin filmlerinin özgün işler olamadığını ve tekrara düştüklerini düşünüyorum. Çünkü sadece kendi kemik kitlesini oluşturdu ama içerik ve biçim anlamında hala bir dil arayışı var. Türk sinemasında korku filmlerinin bir film dili, grameri oluştu diyemem. Ama yavaş yavaş bunu deneyen insanlar var.
Ö.G. Giallo tutkunu olduğunu biliyoruz peki bu tutku nereden geliyor?
K.U. Giallo, İtalyancada sarı demek. Bu dönem beyaz telefon filmleri ile başlıyor. Giallo filmleri ile dünya korku sinemasında çok önemli bir parantez açılıyor. Giallo’ya olan tutkumun birkaç nedeni var: Siyah deri eldivenler, sarı rengin kuvvetli olması ve her seferinde farklı bir ölümle müziğin eşleşmesi. Korku sineması tutkuma açılan bir penceredir Giallo benim için.
E.U. Senin için özel olan filmlerden ve yönetmenlerden bahsedelim biraz da. Türk sinemasından ve dünya sinemasından senin için listenin başında olan filmler nelerdir? Hangi yönetmenleri seversin?
K.U. Türk sinemasında Metin Erksan ve Ömer Lütfü Akad kesinlikle çağının çok ötesinde iki yönetmen. Günümüze baktığımızda çok etkilendiğim yönetmenler arasında tabii ki Nuri Bilge Ceylan var. Nuri Bilge Ceylan’ın her yaptığı iş bir öncekinin üzerine bir şeyler katarak gelişiyor. Yine son dönemden Seren Yüce Çoğunluk filmi ile beni çok etkilemişti. Çoğunluk ’tan (2010) sonra çektiği Rüzgârda Salınan Nilüfer (2016) ile aynı şekilde bir sinema dili olduğuna inandığım bir yönetmendir aynı zamanda. Dünyada ise tabii ki çok yönetmen var hepsini söylemek imkânsız ama Ingmar Bergman’ı çok severim, Yedinci Mühür’ü (1957) izlediğimde çok etkilenmiştim. Jean-Luc Godard’ı, her dönemini çok severim. Sam Raimi benim için çok özeldir. Spider Man’leri ayrı tutarsak, yaptığı işlerle her zaman ilginç bir yönetmen olarak karşımıza çıkar. Andrei Tarkovsky’yi çok severim. Stalker (1979) bence dünyanın en önemli filmlerinden biridir. Stanley Kubrick’ten bahsetmemek imkânsız. Bir film insanın hayatını değiştirecekse belki de o film Shining’tir (1980). Bu film, sinemaya bakış açımı değiştirdi diyebilirim. Yine Blade Runner çok sevdiğim bir filmdir.
C.P. Dünya sinemasına baktığımız zaman kendini hangi coğrafyanın filmlerine yakın hissediyorsun?
K.U. Coğrafya gibi düşünmüyorum. Bütün coğrafyalardaki üretimi takip ediyorum. Nijerya sineması da inanılmaz bir üretim, Bollywood da. Bu üretimin peşinde olmak önemli olan aslında. Elimden geldiğince tüm coğrafyalarda çekilen filmleri takip etmeye çalışıyorum. En son Under the Shadow (2016) adında bir İran korku filmi izledim. Bizim Türkiye’de yıllardır yapmaya çalıştığımız cinli filmlerin en az beş gömlek üstünde bir filmdi. Yine İran sinemasından Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız (2015) adlı vampir filmi hâlâ aklımda.
Bölgelerden ziyade sanırım türlerin ve yönetmenlerin peşinde koşuyorum. Türkiye’de Nuri Bilge Ceylan’ın son dönemde yaptığı işlerin inanılmaz olduğunu düşünüyorum. Portekiz sinemasını takip ediyorum. Xavier Dolan’ın çektiği filmlerle Godard’ın çektikleri arasındaki büyük uçurumları takip etmeye çalışıyorum ama sanırım beni yine de en etkileyen İsveç sineması diyebilirim. Bergman benim sinema algımda çok çok farklı bir noktada duruyor. Tabii ki Amerikan bağımsızlarını kenara atmak da imkânsız.
C.P. Bu saydığın yönetmenlerin ve filmlerin ortak noktası var mı?
K.U. Bence ortak bir nokta yok. Hepsi ayrı ayrı bir alanı oluşturuyor. Yaşadığınız anlatmak istediğiniz ya da yaşamadığınız ama yaşansa nasıl olurdu diye hayal ettiğiniz şeylerin dışa vurumu bence sinema. 1920’ler Almanya’sının baskıcı Weimar Cumhuriyeti Dönemi’nde insanlar Alman ekspresyonizmini nasıl ortaya çıkardıysa 2010’ların sonuna geldiğimizde Türkiye’de de farklı korkuların dışa vurumunu görüyoruz. 2000’lerin başında taşra ve kent çatışması tartışılıyordu bu topraklarda. Şimdi biraz daha insani, demokratik sorunların deşilmeye çalışıldığı bir döneme girdik sanırım.
E.U. Son soru, Fil’m Hafızası’nın geleceğine dair planların nelerdir?
K.U. Fil’m Hafızası çok güzel ivme kazanan bir platform. Türkiye’de yapılmamış birçok şeyi yapmaya, içerik ve biçim olarak her zaman farkımızı ortaya koymaya çalışıyoruz. Çok daha güzel projeler bizi bekliyor. Çok yakında etkileyici şeyler olacak diyebilirim.
E.U. Kutay bu güzel sohbet ve bana ayırdığın zaman için çok teşekkür ederim. Fil’m Hafızası’nın yeni projelerini ben de dört gözle bekliyorum.