Charlie’nin ülkesinde iki grup insan vardır: Aborjinler ve beyazlar. 1700’lerin sonunda başlayan sömürgecilik sürecinin ardından bugün Avustralya devleti, Aborjinlere kendi modernite anlayışını ve kanunlarını dayatmakta. Film, 2013’te gösterime girmesiyle Avustralya’daki ırkçılığın yeniden gündeme gelmesinde itici bir güç olur. Nitekim, sömürge geçmişinin izleri hala silinmemiştir.
Modern toplumun ortaya koyduğu modern hukuka göre bütün insanlar eşittir. Ancak insanlık tarihine baktığımızda yoksulluk, şiddet ve ayrımcılık söz konusudur. Charlie’nin ülkesi de bu üç kritik temel üzerine şekillenmiştir.
Her şeyden önce Charlie yoksul ve açtır. Aldığı devlet yardımını ailesine verir, kendisi ise avcılık-toplayıcılık ile günlük besin ihtiyacını karşılar. Ancak buradaki yoksulluğu yalnızca geçim olanaklarının yetersizliği olan ekonomik bir çerçevede yorumlayamayız. Bunun yanı sıra toplumsal yaşama katılma olanağındaki yetersizlikleri de kapsamakta. Aborjinlerin maruz kaldığı ayrımcılık eğitimsizliği, eğitimsizlik yoksulluğu, yoksulluk geçinme/ barınma sorununu pekiştirmekte.
Kendi ülkesinde yiyecek sorunu çeken Charlie, eski usul bildiği yöntemlerle ormanda yaşamaya başlar. Beyazların paketli gıdaları yerine kendi geleneklerine uygun şekilde yiyecek elde eder. Ta ki doğa şartları ormanda yaşamak için elverişsiz olana dek. Elbette modern tıbbın ve modern hayatın getirileri göz ardı edilemez. Bu anlamda film, izleyiciye en iyi yaşam şeklini sunmaz. Günümüz Avustralyasında Aborjinlerin karşılaştığı sert gerçeklerini bir belgesel gibi yansıtır.
Charlie ormanda rahatsızlanıp hastaneye yattığında doktoru “Sana Charlie diye hitap edebilir miyim? Yabancı isimleri söylemekte zorlanıyorum” der. Charlie’nin cevabı ise “Şimdi yabancı ben mi oldum?” olur. Sömürünün günlük yaşama nüfuz edebilmesinin en temel yollarından bir tanesi dildir. Bu sekansla aslında Aborjinlerin yerli isimlerini bile kullanamadıklarını öğrenmiş oluruz.
Charlie’nin yaşadıkları aslında Avustralya’da kolektif olarak hissedilen acının kurgusal bir temsilidir. Avustralya’da yaşayan beyazların bir işi ve evi varken Avustralya yerlisi olarak tanımlanan Charlie’nin neden güzel bir evi ve işi yoktur? Aborjinler “yerli halk” olarak nitelendirilir fakat ayrımcı uygulama ve dayatmalarla karşı karşıyadır.
Ayrımcılık, en basit ifadeyle kişilerin etnik ve kültürel kimliklerinden dolayı farklı bir muameleye tabi tutulmalarıdır. Avustralya’da 2007 yılında yürürlüğe giren muhafazakar bir yasa ile bazı bölgelerde alkol yasağı başlar. Böylece Aborjinlerin yaşadığı bölgede onların yaşam tarzını devamlı denetleyen polisler yer alır. Charlie, iyileşip şehir hayatına geri döndüğünde bu sefer günlük hayata sirayet etmiş olan “beyaz adam kanunları”nı ihlal etmeye başlar. Ve Aborjinleri denetleyen polislerden birine saldırır. Mahkemede kendini “Ben evimde huzur ve barış içinde yaşıyordum. Sonra polisler geldi” şeklinde savunur.
Film boyunca Charlie’nin kendi yerelliğini ve kültürünü mutlu bir an olarak hatırladığı tek hatırası: Sidney Opera Binasının açılış günü, İngiltere Kraliçesi için yaptığı dans gösterisidir. Bu hatıra gösterir ki beyazlar, yerli halkın değerlerine folklorik bir öğe olarak yaklaşmaktadır. Aborjinlerin yerliliği ancak bu şekliyle kabul görür. Finale doğru Charlie, yerel dansı genç Aborjinlere öğretir ve kendi kültürünü yaşayacağı kısıtlı bir alan edinir.