Başrollerinde Fikret Kuşkan, Mevlüt Demiryay ve Derya Alabora’nın olduğu 1990’lı yılların Türkiye Sineması’’ndan bir örnek Dönersen Islık Çal (1992) alışılageldik ana akım anlatıların dışına taşan bir yapımdır. Yönetmen Orhan Oğuz’un Memduh Ün yapımcılığında çektiği film bir başka “ötekiler” filmi olarak göze çarpmaktadır. 1980’li yılların ardından Türkiye Sineması giderek kendi üslubunu oluşturmaya başlamıştır. Dönersen Islık Çal o dönem için (bittabi günümüzde de) cüretkâr bir temayı ele alır. Bu defa Beyoğlu izbelerinde yaşamını idame etmeye çalışan bir cüce ve trans bireyin yolları kesişir. Yaşam zaten rastlantılar, virtüellerin edinimlere dönüşmesi değil midir? Film de toplumda benzeşmezlikleri sebebiyle dışlanan karakterlerin arasındaki gelgitli ilişkiyi dinamik bir şekilde işler. Cüce ve trans bireyin toplumla olduğu kadar kendileriyle ve birbirleriyle olan yabancılıkları da deneyimlerle aşınır. Cücenin başta kadın sandığı kişinin trans olduğunu anladığı sahne (ayakta işeyen bir kadın!) bir karşılaşma anıdır. Ötekiyle kurulan ilişkide karşılaşmalar can alıcı önemdedir.. Cüce transa karşı başta heteroseksist yaklaşır. Fakat belki de kendi yalnızlığı ve izole edilmişliğinden gelen duygulanımla ötekine karşı köprülerini indirir.
Teknik açıdan yapımın özellikle ışık ve görsel kompozisyon bağlamında noksanlıkları olduğu söylenebilir. Bütçe veya görüntü yönetimiyle alakalı bir durum olabilir bu sorun. Öte yandan diyalogların yersiz tekerlemeler içermesi de dikkatli izleyici için yer yer rahatsız edici bir unsurdur. Fakat filmin mikrokozmosu olan senaryo özellikle cüce karakteri etrafında örülen yapıyla beraber görsel imgelerin gücünü yer yer etkileyici bir şekilde vermeyi başarıyor. Kontrastlar bu noktada metaforik imajlarla karşımıza çıkmaktadır; güçsüz olarak addedilen bir cücenin tehlike anında düdük çalarak insanları kurtarması, izleyicinin filmin sonuna dek “MacGuffin” olarak gördüğün dolabın içerisinden çıkan objeler, yine cücenin tüm şehre/akan trafiğe düdük çalarak “Cüce olan ben değilim sizsiniz, hepiniz benden daha cücesiniz” ve trans bireyin ‘Hep gece yürüyecek değiliz ya, biraz da güneşe doğru yürüyelim’ replikleri filmi güçlendiren etmenler olarak dikkat çekiyor.
Normatif olanın evrensel ölçekte makbul olanın sınırları belirlenmiştir, Eylemleri tam olarak bilinmese de kestirilebilir. Oysa bir cüce beden olarak standart olanın altındadır, insan evreni ona göre dizayn edilmemiştir. O ise bazen problemlere karşı fiziksel güçten farklı bir yöntem dener. Düdük çalarak ve muhakeme kabiliyetiyle başkalarını zor durumdan kurtarabilmektedir. Bir trans birey de cinsel kimlik olarak alanın dışındadır. Varlığına ancak karanlıkta izin verilir.. Film de bana kalırsa gücünü ‘bu iki ötekinin’ birbirleriyle kurdukları törpülenmemiş gelgitli ilişkiden almaktadır. Filmsel uzamda kurulabilecek kadar dost olan iki karakter arka sokakların karanlığında birbirlerini aydınlatırlar. Fakat en sonunda içlerinden yalnızca birisi gün ışığını görebilecektir. Trans (Fikret Kuşkan) filmin sonlarında gökkuşağını andıran renkli topları İstiklâl Caddesi’ne fırlatır. Böylece normatif olanın, kamusal alanın bilindik sınırları aşınmaya başlar; zira arka planda insanlar şuurlarını kaybederek toplarla oynarlar. Bu esnada trans bireyin varlığı da sorun olmaktan çıkar. Gündüz vakti güneşe doğru yürümemesi gerekirken o maskesini (peruğu) yüzünden çıkarır. Böylece film cüce ve trans bireyin tikelliklerinde, sınırları çerçevelenmiş olan hoşgörüsüz insan evreninde bir yarılma yaratır. Teknik sıkıntılarına karşın Dönersen Islık Çal izleyiciyinin aklından kolay kolay çıkmayacak bir film olarak nitelendirilebilir.