Onlarca dijital platformun hayatımıza girmesiyle beraber “Ne izlesem?” sorusunun sinema izleyicisinin zihnini epey işgal etmeye başladığı şu günlerde, farklı kitlelerin beğenisine hitap edebilecek ve film seçme derdini bir nebze de olsa ortadan kaldırabilecek alternatif bir liste hazırladık, keyifli okumalar dileriz!
Küçük Şeyler (Yön. Kıvanç Sezer, 2019)
Tekdüze yaşantımızın kapısını ufak sürprizler çaldığında onları tüm sevecenliğimizle içeri buyur etmek ve kabullenişin pamuktan kucağında sarıp sarmalamak, bizi içinden çıkılması imkânsız hâl alan daha büyük bir karmaşaya sürükler mi?
Sistemin çarkları tüm acımasızlığıyla harıl harıl işlerken, hayatın kendisi için hazırladığı oyunlardan habersiz, bir ilaç firmasında yönetici olarak çalışan Onur (Alican Yücesoy), sıkıcı mesaisini doldurduğu akşamlardan birinde işten çıkarılmasıyla birlikte, büyük bir kaosa gebe kalacak olan hayatının ilk gününe merhaba der.
Üst üste gelen ailevi sorunlar, maddi sıkıntılar ve varoluş kaygısı Onur’u zamanla sistemin kendi elleriyle yarattığı “başarısızlar ordusu”nun yenik kahramanlarından birine dönüştürecek ve modern insanın yazgısı, trajikomik rastlantıların süslediği renkli bir dünyada sil baştan kaleme alınacaktır. Hikâyesini ele alış biçimiyle İskandinav kara komedilerini akıllara getiren Küçük Şeyler (2019), Kıvanç Sezer’in Babamın Kanatları (2016) ile başlayan üçlemesinin ikinci halkasını oluşturuyor.
Echo (Yön. Rúnar Rúnarsson,2019)
Echo (2019), soğuk ve kasvetli iklimi, heybetli dağları ve okyanusuyla dış dünyanın hayat dolu karmaşasından arınarak kendisini kusursuz ve korunaklı bir cam fanusa hapsetmiş olan İzlanda toplumunun incelikli bir portresini çiziyor.
Coğrafyanın insanın kaderini, refahını, ayrıcalıklarını hatta karakterini şekillendirmede ne denli baskın rol oynadığını çarpıcı bir minimallikle gözler önüne seren film, durağanlığın huzur verici buğusuyla sarılı hayatların gerçekliğini büyüleyici görüntülerle birleştiriyor.
Avrupa toplumunun vurdumduymaz ve bencil doğasına, pürüzsüz realistliğine ve depresif ruhsal dünyasına eleştirel bir gözle bakmayı kendine düstur edinen Echo, kurduğu dengeli sinema dilinin referanslarını usta yönetmen Roy Andersson’dan alıyor. Dinginleştirici bir sinema deneyimi yaşatan Echo, derin sessizliğinin yankısını kendisinden başka kimsenin duymadığı İzlanda’yı ustalıklı dokunuşlarla resmeden Rúnar Rúnarsson’ın yeteneğini bir kez daha ispatlıyor.
Nimic (Yön. Yorgos Lanthimos, 2019)
Yorgos Lanthimos’un son kısa filmi Nimic (2019), “norm”al olana uyum sağlayarak kusursuz bir orkestranın parçası olmaya çalışan, bir nevi “çemberin dışına itilmekten itinayla kaçınan” modern insanı en karanlık bilinmeziyle yüzleştiriyor: kendisiyle.
Film, toplumun üzerimize biçtiği kimliklerden ibaret “aynı”lar sürüsü olduğumuz gerçeğini yarattığı Kafkaesk gerilimle anbean seyircinin zihnine işlemeyi başarıyor. Toplumun en küçük yapı taşını oluşturan çekirdek ailelerimizde üstlendiğimiz rolleri tüm inandırıcılığımızla oynarken ve rutin akışlarımız devam ederken bir akşam metro köşesinde karşılaştığımız yabancılaşmış doğamız peşimizi bir hayalet gibi takip etmeye başladığında ne yaparız?
Lanthimos, modern insanın kendi elleriyle yarattığı distopik hapishaneyi ürkütücü bir tiyatro sahnesine çeviriyor ve benliğini yitirmiş insanın toplumsal kimlik problemine eleştirel bir bakış getirmeyi başarıyor. Filmin sonunda akan kapanış jeneriğinde, isimlerden kopan her harfin kendisinden sonra gelen isimlerdeki boşlukları tamamlaması ise Nimic’in derdini oldukça duru ve çarpıcı bir şekilde özetlemeye yetiyor: “Hepimiz birbirimizin boşluklarını tamamlayacak kadar birbirimiziz.”
The Hater (Yön. Jan Komasa, 2020)
Popülist söylemlerdeki manipülatif gücün taşıdığı tehlikeli potansiyeli ve sosyal medyanın kitleleri kutuplaştırarak sağduyu zeminini ortadan kaldırma noktasında üstlendiği “tetikçi” rolü konu alan The Hater (2020), kişisel nefretin çıkışsız bir kaosa evrilme öyküsünü anlatıyor.
Hırslı bir hukuk öğrencisi olan Tomasz (Maciej Musialowski), burslu okuduğu okuldan talihsiz bir şekilde kovulmasıyla birlikte kendisini, ünlü isimler hakkında sosyal medya üzerinden karalama kampanyaları yürüten bir PR ajansının çalışanı olarak bulur. Genç adama verilen ve el altından yürütülen görevlerin başarıyla sonuçlanması ve büyük ses getirmesi üzerine ajansın önemli isimlerinden biri haline gelen Tomasz maharetlerini, yakın vakitte gerçekleşecek seçimlerde aday olan, ülkenin en popüler siyasi liderlerinden biri üzerinde sergilemeye karar verir. Ancak hızla yaklaşmakta olan korkunç felaketin, yokuşta freni boşalmış son sürat bir araba misali etraftaki herkesi büyük bir tehdit zincirinin kırılgan halkaları hâline getireceğinden henüz kimsenin haberi yoktur.
İçerdekiler (Yön. Hüseyin Karabey, 2018)
Melih Cevdet Anday’ın aynı isimli eserinden sinemaya uyarlanan İçerdekiler’in (2018) yönetmen koltuğunda Gitmek: My Marlon and Brando (2008) ve Sesime Gel (2014) filmleriyle tanıdığımız Hüseyin Karabey oturuyor. Adana Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ile ayrılan film, yaklaşık altı aydır türlü psikolojik ve fiziksel işkenceye maruz bırakılarak gözaltında tutulan bir öğretmenin, tüm bu sürecin sonunda yaşadığı büyük çöküntüyü konu alıyor.
Tutsaklık boyunca devam eden sebepsiz suçlamalar ve ne zaman başlayıp ne zaman biteceği belirsiz şiddet eylemleri genç öğretmeni aklını kaybetme noktasına getirirken aynı zamanda kendisini ve yakınlarını derinden sarsacak büyük değişiminin de birincil “kurban”ına dönüştürüyor.
İnsanın içini kemirip bitiren belirsizlikleri, korku hükümdarlığının inşa ettiği yıkılmaz duvarları ve psikolojik çöküşün kişinin gardını ne denli yere serebileceğini çarpıcı bir anlatımla ele alan İçerdekiler, oyuncu kadrosunda yer alan Settar Tanrıöğen, Caner Cindoruk ve Gizem Erman Soysaldı gibi isimlerle dikkat çekiyor.
Aidiyet (Yön. Burak Çevik, 2019)
Yaşam her zerresiyle ruhun bezgin karanlığına dolarken dünyayı evi belleyememek insanın yazgısını nasıl şekillendirir? Dolaşılan sokaklar, caddeler, oturulan evler, odalar bir yabancı gibi tüm varlığıyla ince huzursuzluğumuza paydaş olurken; “ait olamamanın” tereddüdü ağır bir sis gibi soluğumuzu boğduğunda insan kendisini avutacak korunaklı hayali nerede inşa edebilir?
Aidiyet (2019), zihinde yankılanan sancılı sorulara cevap aramaksızın yönünü bazen anılara, bazen tesadüfi karşılaşmalara bazense soğukkanlılıkla izi sürülen acımasız bir cinayetin hayalet zanlılarına çeviriyor. İlk uzun metrajlı filmi Tuzdan Kaide (2018) ile uluslararası festivallerde adından söz ettiren Burak Çevik’in ikinci filmi Aidiyet, akla Jonas Mekas, Chris Marker gibi isimlerin işlerini getiriyor ve ülke sineması adına son yıllarda ortaya çıkarılan en özgün filmlerden biri olmayı başarıyor.
Benim Varoş Hikâyem (Yön. Yunus Ozan Korkut, 2017)
Benim Varoş Hikâyem (2017), izleyiciyi Türkiye’nin Teksas’ı olarak nitelendirilen Adana’nın, gözü kara insanlarıyla ünlenmiş güzide ilçesi Ceyhan’a götürüyor. Yoksulluğun ve çetelerin kol gezdiği, gençlerin doğar doğmaz kendilerini tehlikenin kucağında bulduğu varoşun kendine has acımasız ve sert dinamiklerini Ceyhanlı insanlarla yapılan röportajlar vasıtasıyla beyaz perdeye taşıyan belgesel, Türkiye’nin farklı coğrafyalarında verilen hayat mücadelesindeki zorlukları ve gençlerin yaşadığı imkânsızlıkları tüm çarpıcılığıyla gözler önüne seriyor. Gecenin karanlığı çöktüğünde tekinsiz mahallelerde başlayan bitmek tükenmek bilmeyen kovalamacaları, mesleğini babasından devralan marifetli hırsızları ve kimseye eyvallahı olmayan genç grupların ateşli kavgalarını; kısacası o meşhur gazete manşetlerine haber olan, ‘’güneşe kafa tutanların’’ memleketi Adana’nın varoşlarında yaşanan aksiyon dolu hayatı, tüm yalınlığı ve gerçekliğiyle beyaz perdeye taşıyan Benim Varoş Hikâyem, Ceyhan’ın ara sokaklarında soluksuz bir gezintiye çıkmak için izlenebilecek keyifli bir belgesel olarak karşımıza çıkıyor.
Küçük Şeyler on Mubi: https://mubi.com/tr/films/la-belle-indifference
Aidiyet film on Mubi: https://mubi.com/tr/films/belonging/player
Hater on Netflix: https://www.netflix.com/title/81270667
Benim Varoş Hikayem on BluTV: https://www.blutv.com/filmler/yerli/benim-varos-hikayem