Dogma 95 akımının kurucularından olan Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg, son filmi Druk (2020) – Another Round ile 33. Avrupa Film ödüllerinde En iyi Film ödülünün sahibi oldu. Ayrıca film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu (Mads Mikkels) ve en iyi senaryo ödüllerini de aldı.
Filmin çekimleri sırasında Vinterberg’in 19 yaşındaki kızı trafik kazası geçiriyor ve hayatını kaybediyor. Yönetmen, yaşadığı bu travmatik dönemde, filmi tamamlayamayacağını düşünse de oyuncuların ve set ekibinin desteği ile projeyi bitirebildiğini söylüyor. Belki bunun etkisi ile filmin her karesinde bireyin iyileşmeye ve kendini mutlu kılmaya olan inancını hissediyoruz.
Film bir grup öğretmenin sıradan buldukları hayatlarından çıkış çabalarını anlatıyor. Bu çıkış çabasında Vinterberg, tıpkı Tragedya’nın doğuşundaki gibi Apollon ile Dionysos’u karşı karşıya getiriyor. Böylece, Tragedya’nın doğabilmesi için gerekli olan uyumu/sentezi oluşturuyor.
Dört arkadaş bir akşam aralarından birinin (Nikolaj’ın) doğum gününü kutlamak için yemeğe çıkar. Bu akşam yemeği bir kırılmanın başlangıcı olur. Martin, hayatının rutine gömülmüş ve her geçen gün onu bitiren bir depresyon hâli ile geçtiğini fark eder. Eski heyecanlı ve mesleğine aşık gençlik günlerini hatırlatan arkadaşları, Martin’in kaçtığı devinimsizlik hali ile yüzleşmesine sebep olur. Bu akşam, bir zamanlar profesyonel bir dansçı olan Martin’in dans etmek bir yana hareket etmekten uzak, sıradanlığın yok edici sarmalına kendisini kaptırmış, derste bile oturduğu sandalyesinden kalkmayan bir insana evirildiği gerçeğini gösteren bir aynaya dönüşür.
Martin’in bu hâli, Sartre’ın bulantı olarak tanımladığı bir varoluşsal anlamsızlık dönemi gibidir. Bu dönem kişinin, kendisini manasız ve beyhude bir akışa bıraktığı, bir yandan varlığın ağırlığını omuzlarında hissettiği ama diğer yandan da bu varlığın bir saçmalık olduğunu düşündüğü bir varoluş sıkıntısıdır. Bulantı bu varoluş süreci ile başlar. İnsan tüm yaşamı süresince sorumluluk duygusundan yoksun olamayacağı için bulantıdan kurtulamaz. İnsan, tıpkı Martin gibi hayatı boyunca kendini yaratma çabasına girerek çeşitli eylemlerde bulunur ve bu bulantıdan kaçmaya çalışır.
Bu gece yaşanan yüzleşme Martin’i harekete geçmeye zorlar. Dört öğretmenden biri olan ve psikoloji ile ilgilenen Nikolaj, yemekte psikiyatrist Finn Skårderud’den ve onun teorisinden bahseder. İnsanın vücudundaki alkol oranının düşük olduğunu ve bu oranın az üstünde bireyin daha yaratıcı ve rahat olduğunu anlatır. Bu teoriden ilham alan Martin, iş yeri olan okulda içinde bulunduğu döngüyü yıkmak amacıyla alkol almaya başlar. Ardından diğer üç öğretmen arkadaşı da bu deneye dahil olur. Apolloncu düzenden sıkılan öğretmenler, Dionysos’un yolundan gitmeye karar verirler. Hep birlikte bir dizi kural koyarlar. Hafta sonları ve akşamları saat sekiz sonrası alkol almazlar. Bu deney bir yandan da kendilerince rutine bir başkaldırıdır. Alkol tükettikleri yer, rutinin temsili grounding day mekânı olan okulu kapsar. Film, alkolizme parmak sallamaz ama sallamadan da aşırılığın negatif sonuçlarını gösterir. Sürekli haz odaklı yaşamanın kendini baltalayan bir kısır döngüye girdiğini görmemizi sağlar. Kısacası, bizi varlık ve hiçlik arasındaki ince ipte yürütür.
Billy Wilder’ın The Lost Weekend (1945) filmindeki Don Birham’a benzer ana karakterimiz Martin. Don, alkolü anlatırken, karaciğerini mahveden bir şey olduğunun farkındadır. Ama onu ilgilendiren tarafı alkollü olduğu zaman, zihninin girdiği labirentlerdir. Don, gittiği bardaki barmene, “aniden sıradan olan her şeyin üzerine çıkarsın ve özgüvenin yerine gelir, doruğa doğru yükselirsin”, der. Sartre’ın bahsettiği Tanrı olma arzusuna ulaşma yolu olarak alkolü bulmuştur Don. Eksiği tamamlamak için kendi varoluşuna inanabilmek ve bu varoluştan mutluluk duyabilmek için alkole başvurur. Çünkü alkol aldığında Niagara Şelalesi’nin ortasındaki bir ip cambazı kadar akıllı ve kusursuz göründüğünü düşünür. Bu kusursuz görüntü aslında bir yanılsamadır. Martin de sınıfta alkol aldıkça öğrencileri büyüleyen bir sihirbaz olur. Ama bu durum devam ettikçe alkol ve eğlence kendi kuyruğunu yemeye başlayan bir yılana dönüşür. İnsanın içindeki Dr. Jekyll kaybolur ve yerine nerede ne yapacağı belli olmayan Mr. Hyde gelir. Aşırılığın verdiği zararı beraberinde sürükler. Don da Martin de, başlarda Mr. Hyde olmayı sevseler de sonraları işin içinden çıkamazlar.
Don, sevgilisinin ailesi ile tanışabilecek özgüvene sahip değildir. Bu konuda oldukça çekingen davranır. Martin’in de sınıfta, öğrencilerin ve velilerin karşısındaki davranışları Don ile benzerlik gösterir. İkisi de alkol aldıktan sonra alkolün etkisi ile Don’un tabiri ile Musa heykelinin sakalına şekil veren Michelangelo’ya dönüşür. Küçük düşmemek ve gülünç olmaktan kaçınmak için içilen içki, bir süre sonra küçük düşme ve gülünç olma aracına dönüşür.
Eşi ve işi ile problemleri olan Martin’in hayatı, vücudundaki eksik alkol oranını tamamlaması sonrası yoluna girmeye başlasa da bu durum geçici olur. Nikolaj’ın bilincin yok olduğu sınırları deneyimlemek istemesi her şeyi değiştirir. Alkol dozu artar. Çünkü, Nikolaj, bilincin yitimini merak etmektedir, tıpkı insanın tarih boyunca merak ettiği gibi. Bunun sebebi, insanın ancak bilinç dışında özgürleşebileceğini düşünmesidir.
İnsanın bu merakının köklülüğüne örnek olarak şaman ritüelleri gösterilebilir. Şamanizmin temelinde, şamanın belirli psişik teknikleri ile derin bir depresyon halinden çıkış yöntemleri kullanmaları vardır. Bunun amacı ise Nikolaj’ın arzusu gibi bilinci ortadan kaldırmak ve bilinçaltından görüntülerle karşılaşmaktır. Çünkü insanın şifası bilinç dışı halinde gizlidir. Davul sesi ve dans eşliğindeki gerçekleştirilen bu ritüellerde kendinden geçme ve başka aleme gidebilmek arzulanır. Bu arzu Sartre’ın da bahsettiği, insanın “dünyanın ötesinde olma ve tanrısallaşma” arzusundan kaynaklanmaktadır. Şaman, transa girer ve ruhu böylece özgürleşir ve dolaşır. Bu trans kişiyi iyileştirmek için yapılır. Şamanların ritüellerindeki en önemli yardımcı unsurları, onların ayrılmaz bir parçası olan davullarına, yaşadıkları olumsuz hayat deneyimlerini kazımaları bu iyileşme çabasını gösterir.
“Yürüyüşe çıkabildiğim sürece, hiçbir şeyden korkmuyorum, ölümden bile. Çünkü yürüyebildiğim sürece, her şeyden yürüyerek uzaklaşabiliyorum.” Kierkeegard
Vinterberg’in filmde genç ve kaygılı bir öğrenci üzerinden alıntıladığı Danimarkalı düşünür Kierkegaard’ı seçişi tesadüf değildir. Çünkü Kierkegaard, kaygıyı kat edilen yolda bir eşlikçi olarak görür. Bu yüzden de gereklidir. Kaygı olmaksızın hareket de mümkün değildir. Hareketi ateşleyen fitil kaygıdır. Ona göre sağlık harekette, hastalık ise durağanlıktadır. Martin karakterinin farkındalık öncesi içinde bulunduğu durum tam bir devinimsizlik halidir. Uyuşuk ve uyuşukluğun yarattığı depresyon halidir. Bu hâlden hareket etmeksizin bir çıkış söz konusu değildir. Olumlu ya da olumsuz sonuç doğuracak herhangi bir hareket bu hastalıklı halinden onu çıkarır. Deneyi uygulamaya karar vermeleri karakterlerin devinimsiz yaşamdan çıkmalarını sağlar. Filmde de hareketin bereketi doğurduğuna tanık oluruz. Kierkegaard, sağlıklı bir insanı hareketsizliğin hasta edeceğini söylerken kastettiği durumun içindedir Martin.
“Dünya asla beklediğiniz gibi değil.”
Dans sahnesinde “What a life?” şarkısı eşliğinde eğlenen kalabalık, müziğin ruhunda yeniden tragedyayı doğuruyormuş gibidir. Pandemi nedeni ile eve kapanıp eğlenmenin unutulduğu bu günlerden sanki eski hayatlarımıza dönüşümüzün kutlanışı gibi hissettirir.
Druk (2020): Neşeyi unutturmayan Gelos’un eşlik ettiği, umutlu ve çok büyük laflar etmeden bunu başaran lakonik bir film. Şarap tanrısı Dionysos’un başrolde olduğu filmde kahkaha tanrısı Gelos da ona sıkça eşlik eder. Dionysos, mitolojide önceleri önemsenmeyen ama sonrasında Helen pantheonuna aykırı düşse de benimsenen bu tanrı, yine film boyunca toplumun kurallarına aykırı hareket eder. Tepki ve direncin karşılığı olan, hazzın ve acının uçlarını temsil eden Dionysos’a, kışkırtıcı ve baştan çıkarıcı müzikler eşlik eder. Zaten bu sebeple Dionysos, psikiyatride manik depresif duygu durumuna karşılık gelir. Vinterberg’in filmde seçtiği müzikler de bunu doğrular niteliktedir. Bu iniş çıkışlı duygu durumu, bir anlamda Martin’in de içinde bulunduğu davranışlarını açıklar. Dionysos, filmde de kaosu simgeler ve yıkıcı ama aynı zamanda sonrasında da yaratıcılığı doğuran döngüselliği ile güdüsel olanın yıkma gücünü gösterir. Apollon’un antitezidir. “Apollon’daki “kendini bil” deyişi, Dionysos ile tam tersine dönüşür”: “Kendini unut!”
Film, bir orta yaş krizi gibi görünse de aslında onun ötesinde bir şeyden bahseder. Kayıp gençliklerinin peşinden gidişlerinden ziyade daha çok kendi hallerini tedavi için uğraşan insanların mutlu olma çabalarını izleriz. Kapanış sekansı, Martin kendisini bir dansçı olarak görmese de bu durumun güzel ve mutlu bir şekilde dans etmesine engel olmadığını fark etmesi ile biter. Tıpkı şamanların iyileştirici ritüelleri gibi o da kendi iyileştirici ritüelini keşfeder. Aslında mükemmel olma çabasından, tanrısallaşma arzusundan vazgeçer ve kendi varlığı ile yüzleşir. Sonunda olumsuz deneyimler yaşasa da sıradanlığın zehrini kusmuş ve tekrar hayata dönmüş bir Martin’i izleriz. Bu muhteşem dans ile final yapan film, Kierkegaard’ı haklı çıkarır. Dans etmenin büyüsü ve hareketin iyileştirici gücüne hep birlikte şahit oluruz.
Gelos bizden yana olsun.
Semiha İktüeren
EKLER:
“Başıma harika bir şey geldi. Göğün yedi kat yukarılarına çekildim. Tanrılar orda saf saf dizilip oturuyorlardı. Ne dilersin dedi Merkür, gençlik mi? Güzellik mi? Güç mü? Uzun ömür mü? Yoksa sandığımızda bulunan öteki nimetlerden birini mi? Sadece bir tanesini seçeceksin ama. Bir an şaşırdım kaldım. Sonra tanrılara şu şekilde hitap ettim. “çok saygı değer çağdaşlar, dileğim tek şudur ki; kahkaha hep benden yana olsun.” Kierkeegard
Not: Dionysos’un doğuş miti: Zeus ile Semele’nin oğludur. Zeus, ölümlü olan Semele’ye âşık olur. Semele onu insan olarak görür. Ama bir gün tanrı halini görmek ister. Zeus direnir, istemez. Çünkü olacakları bilir. Semele ısrar edince Zeus tanrı olarak görünür ona ve Semele ölür. Dionysos’a hamile olan Semele’nin şiş karnını Zeus alır ve kendi kalçasına diker. Ardından Dionysos, Zeus’un kalçasında büyür ve doğar.
*Groundhog Day /Harold Ramis’in filmi (1993)
*Gelos / Kahkaha Tanrısı / Yunan mitolojisi
*Dionysos / Şarap Tanrısı / Yunan mitolojisi
*Apollon / Işık ve Sanat Tanrısı / Yunan mitolojisinde
*Lakonik / Basit ve öz – Spartalıların öncüsü olduğu lakonizm teriminden gelir
*Dogma 95 / Film akımı – Lars Von Trier ve Vinterberg tarafından kurulmuştur
* Dr. Jekyll ve Mr. Hyde / Robert Louis Stevenson’ın romanı
Kaynakça:
- Søren Kierkegaard – Kahkaha Benden Yana
- Søren Kierkegaard – Kaygı Kavramı
- Henidik Dergi
- P. Sartre – Varlık ve Hiçlik
- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/909608
- Nietzsche – Müziğin Ruhunda Tragedyanın doğuşu
- Mircea Eliade – Şamanizm