Dünyanın Sonundan Çok da Bir Şey Beklemeyin (2023) filmi ile Radu Jude; eril iktidarın çok daha bariz bir şekilde kendini ortaya koyduğu ülkelerden biri olan memleketi Romanya’yı, tıpkı Oscar’a aday olan bir önceki filmi Kaçık Porno’daki (2021) gibi eleştiri oklarının hedefine koyar. Film, Bükreş’in farklı dönemlerinde trafikte direksiyon sallayan iki kadının hikâyesini perdeye yansıtır. Bir tarafta Angela merge mai departe (1982) isimli filmden alınan sahnelerden takip edilen Çavuşesku döneminde kadın bir taksi şoförü olan Angela, diğer tarafta ise günümüzde yaşayan ve bir film şirketinde yapım asistanı olarak günde neredeyse yirmi saat insanlık dışı koşullarda çalıştırılan diğer Angela vardır. Bu iki Angela’nın hayatının paralel bir kurguyla izlendiği filmde bambaşka dönemlerde kadınların ataerkil toplum tarafından maruz kaldığı muamelenin değişmediği görülür. Film içinde film, hikâye içinde hikâye, kurgu içinde kurgunun olduğu oldukça spekülatif bu feminist filmde, günümüzdeki genç Angela’nın eril şiddete karşı geliştirdiği yöntem ise netamelidir. Angela, Tiktok için yarattığı eril karakter ile düşmanını bizzat kendi silahı ile vurur.
Bir yandan Abbas Kiarostami’nin Tahran sokaklarında geçen Ten (2022), bir yandan da Metin Erksan’ın Şoför Nebahat (1960) filmini akla getiren Dünyanın Sonundan Çok da Bir Şey Beklemeyin; kapitalizmin kölelik düzenini, Batı Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü, Doğu Avrupa’nın topraklarını peşkeş çekmesini, eril tahakkümün pervasızlığını, ırkçılığı, sömürüyü ve daha nicesini taşlar.