Miting alanlarının değişmez sloganıdır: “Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber ya hiçbirimiz.” Dünya’daki türlerin ve tabii ki insanlığın devamı için de aynı sloganı kararlılıkla ve inatla haykırmamız gerekiyor. Çünkü sürdürülebilir bir yaşamı inşa etmedikçe, diğer türler için yıkıma yol açtığımız mevcut düzende bizim de hayatta kalabilmemiz mümkün değil. 1930’lu yıllarda dünya nüfusu 2.3 milyarken bugün bu rakam 7.8 milyarı aştı. Yaşamın dört milyar yıllık tarihinde beş kez kitlesel yok oluş yaşandı. Dinozorların sonunu getiren meteor çarpmasından sonra gezegenimizde yaşayan türlerin %75’i yok oldu. Ancak bu yok oluş memeli çeşitliliğinin artmasına yani yaşamın sıfırdan başlamasına neden oldu. Dünya altmış beş milyon yıldır bulunduğu ortama en iyi uyum gösterenlerin evrimleşerek hayatta kaldığı müthiş bir sisteme sahip. Ancak insanlığın daha çok para kazanmak uğruna ekosistemi hiçe sayan hırsı, kendi türünün belki de sonunu getirecek. Çünkü ağaçları sonsuza dek kesemeyiz. Sonsuza dek yapamayacağımız hiçbir şey de sürdürülebilir değildir. Milyonlarca yıllık canlı organizmaları iki yüzyıldan az bir sürede kömür ve petrol olarak yakarak bitirdik. Yaşadığımız iklim krizinin çözümünü ise yalnızca uzmanlara, mühendislere ve bilim insanlarına bırakamayız. Dünyamızı bekleyen sorunlar karşısında bireyler olarak çaresiz olmadığımızı, ekolojik, etik ve adil seçimler yaparak değişimi sağlayabileceğimizi fark etmemiz gerekir.
Mavi gezegenimizi kurtarmak için hepimiz sorumluluk alıp eyleme geçmeliyiz. Kimimiz için eyleme geçmek demek evimizde yapabileceğimiz su ve elektrik tasarrufu iken, kimimiz için şirketleri sürdürülebilir çözümler bulmaları konusunda baskı altında tutmak veya elini taşın altına koyarak kendi kişisel becerilerini kullanmak demek olabilir. Şimdi kendimize sormamız gereken tek bir soru var: Çözüm için ben ne yapabilirim? Bu listede iklim, su krizi ve bu krizleri nasıl döndürebileceğimize, sürdürülebilir yaşamı yeniden nasıl tesis edebileceğimize ilişkin belgesel yapımlar derlenmiştir. İyi seyirler dilerim…
David Attenborough: A Life on Our Planet (2020)
Bu belgesel Attenborough’nin doksan üç yıllık ömrünün bir tanıklık hikâyesi niteliğindedir. “Çernobil faciası birçok insana göre insanlık tarihinin bedeli en ağır olan felaketi olarak nitelendiriliyor ancak çağımızın asıl trajedisi gezegenimizdeki tabiat alanlarının, biyoçeşitliliğin kaybolması” diye söze başlıyor Attenborough. İnsanların Dünya’daki yaşam biçimi biyoçeşitliliği azalışa sürüklüyor. Böyle gidersek Dünya yaşayamayacağımız bir yere dönüşecek. İşte bu belgesel şimdi harekete geçersek kötü gidişatı nasıl düzeltebileceğimizin hikâyesini barındırıyor. Bu krizden çıkmanın tek yolu ortadan kaldırdığımız biyoçeşitliliği yeniden sağlamak. Yönetmen koltuğunda Alastair Fothergill, Jonnie Hughes ve Keith Scholey birlikte yer almaktadır.
Brave Blue World (2020)
Birleşmiş Milletler 2025 yılında 1.8 milyar insanın su kıtlığı çeken yerlerde yaşayacağını öngörmektedir. Ve genel kanının aksine bu durum yalnızca gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanları etkilemiyor. Aslında su kıtlığı her yerde ve herkesi etkiliyor. Hükûmetlerse su krizinin gerçek boyutunu halklardan gizliyorlar. Su krizinin tek sorumlusu ise insanlar. Ancak çözüm de ellerimizde. Belgeselde Dünya’nın çeşitli bölgelerindeki suyun geri dönüştürülmesine ilişkin teknikleri geliştiren insanların hikâyeleri anlatılıyor. Bu kişiler havadan su elde etmek gibi çığır açan teknikleri geliştirdikleri gibi “Tuvaletten benzin istasyonuna” sloganıyla atık sulardan biyoyakıt üreterek Dünya’mızı sürdürülebilir yaşama döndürmeye çalışıyorlar. Bu mucitlerin yaşadıkları toplumları kurtarmak ve su krizini çözmek için yaptıkları ise bizlere ilham ve umut veriyor. Belgeselin yönetmen koltuğunda Tim Neeves oturmaktadır.
Honeyland (2019)
Makedonya’da yaşayan son kadın arıcı Hatice Muratova arılarla kurduğu paylaşımcı ilişki sayesinde yatalak annesi Nazife Muratova’nın ilaç ihtiyaçlarını karşılayabilmekte ve derme çatma evinde köpeği ve kedileriyle sakin bir yaşam sürmektedir. Yaşadığı yaban hayatının içine çok çocuklu göçebe Sam ailesinin gelmesiyle dengeler bir anda değişir. Sam ailesi de arıcılık yapmaktadır ve ailenin babası Hüseyin Sam’ın çocuklarını bahane ederek daha çok bal istemesi nedeniyle önce komşuluk ilişkileri bozulur sonra da ekosistem. Hatice bozulan düzenin yeniden tesisi için zorlu bir mücadeleye girişir. Tamara Kotevska ve Ljubomir Stefanov’un yönetmenliğini yaptığı yapımın En İyi Belgesel ve En İyi Uluslararası Film dalında Oscar adaylığı bulunmaktadır.
Bilim insanları son yaptıkları araştırmalarda artık beynimizde bile mikroplastiklerin olduğunu keşfettiler. Satın aldığımız ve tükettiğimiz her ürünün plastik içermesi nedeniyle her geçen gün başta okyanuslar olmak üzere, doğaya çok fazla atık bırakıyor ve kirletmeye devam ediyoruz. Gazeteci Craig Leeson mavi balinaları gözlemlemek için gittiği Sri Lanka’da okyanusta bulunan plastik çöpleri fark edince bu belgeseli çekmeye karar veriyor. Dört yıl boyunca yirmiden fazla bölgeyi ziyaret eden Leeson, son yıllarda okyanuslarda giderek artan ve hem iklim krizine neden olan hem de okyanuslardaki yaşamı tehlikeye atan plastik atık gerçeğini acı bir şekilde gözler önüne seriyor.
The Biggest Little Farm (2018)
Los Angeles’te küçük bir apartman dairesinde yaşayan John ve Molly Chester, köpekleri Todd’un havlamasıyla şehirdeki hayatlarını sonlandırıp, Ventura’da iki yüz dönümlük bir arazide hayvancılık ve tarım yapmaya karar verir. Belgesel, Chester çiftinin çiftlik yaşamlarının yedi yıllık bir dönemini gözlemler. Bu süre zarfında doğayla uyumlu bir yaşam inşa etmeye çalışırken yaşadıkları kuraklık nedeniyle çiftliklerini sürdürülebilir kılmak için kendilerine küçük bir ekosistem oluştururlar. Onlara bu zorlu mücadelelerinde çiftliğin gözdeleri domuz Emma ve onun en yakın arkadaşı horoz Greasy de eşlik eder. Filmin yönetmeni de aynı zamanda John Chester’dır.
Bilim uzmanları ve ünlü aktivistler, yaşadığımız iklim krizinden kurtulmanın yollarından birinin toprağın iyileştirilmesi olduğunu söylüyor. Araştırmalara göre, toprak atmosferik karbonu azaltıyor ve bu da iklim krizinin çözümünde çok önemli bir unsur niteliğinde. Belgesel, kirlenen toprakları yenileyerek iklim krizini hızlı bir şekilde nasıl bertaraf edebileceğimizi ve kaybolan biyoçeşitliliği nasıl yeniden canlandırabileceğimizi gözler önüne sererken belgeselin yönetmen koltuğunda Rebecca Harrell Tickell ve Josh Tickell birlikte oturmaktadır.
Okyanus bilimci Sylvia Earle çocukluğunun geçtiği Meksika Körfezi’nde ilk kez okyanusla tanışır ve bu ilişki çok geçmeden bir tutkuya dönüşür. Bu belgesel, Earle’nin okyanusları aşırı avlanma ve zehirli atık gibi tehditlerden kurtarmak için yürüttüğü aktivizmi konu ediniyor. Earle, okyanuslar olmazsa hayatın olmayacağını yani okyanuslar olmazsa bizim de olmayacağımızı söylüyor ve bir an önce okyanus koruma alanları ağı oluşturulmasını istiyor. Yönetmen koltuğunda Robert Nixon ve Fisher Stevens oturmaktadır.
Breaking Boundaries: The Science of Our Planet (2021)
David Attenborough ve bilim insanı Johan Rockström, Dünya’nın biyolojik çeşitliliğinin nasıl çöktüğünü ve bu krizin nasıl atlatılabileceğini çarpıcı verilerle gözler önüne seriyor. İnsan sağlığı, hayvan sağlığı ve çevre sağlığı bir arada gözetilmedikçe salt insanın gelişmesi mümkün değil. İşte bu nedenle 2020 ile 2030 yılları arasında yapacaklarımız insanın Dünya’daki varlığının kaderini belirleyecek. Jonathan Clay belgeselin yönetmenliğini yapmaktadır.
Uzmanlar Dünya üstünde tarıma elverişli toprakların altmış yıllık ömrünün kaldığını öngörüyor. Bu belgeselde sürdürülebilir gıda sistemlerini yerelleştirmek ve Dünya’da hızla yok edilen ve verimi kaybolan tarım arazilerini yeniden canlandırabilmek için çalışan bilim insanlarının ve girişimcilerin son teknoloji sayesinde verdikleri mücadele anlatılıyor. Rob Herring ve Ryan Wirick birlikte yönetmen koltuğuna oturmuştur.
2020 ve 2021 yıllarında yaşanan pandemi sürecinde yaşadığımız büyük kapanma, biz insanlar için ne kadar endişe verici ise diğer canlı türleri için de bir o kadar mutluluk kaynağı olmuş meğer! İnsan türünün gezegenin üstünden kısa bir süre için bile olsa elini çekmesiyle Dünya derin bir nefes almış ve yaşananlar bir an önce akıllanmazsak Dünya’daki varlığımız sona erdiğinde yaşanacakların küçük bir simülasyonu olmuş. Tom Beard’ın yönetmen koltuğuna yer aldığı işte bu ilgi çekici belgesel, büyük kapanma sırasında Dünya’nın çeşitli yerlerinde gözlemlenen bu değişimleri kameraya yansıtıyor.
*Dostoyevski’nin Budala adlı eserinde geçen bir cümledir.