Mathieu Kassovits imzalı La Haine (1995), düşen bir toplumun hikâyesini anlatırken “Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.” diyordu. Bu felsefe zihnimize kazındıktan tam 28 yıl sonra, Bir Düşüşün Anatomisi (2023) çıkageliyor ve daha adından başlayarak tam tersi bir şeyi iddia ediyor sanki. Düşüş, diyor, o kadar önemlidir ki anatomisini incelemek, nedenlerini ve nasıllarını açıkça ortaya koymak gerekir. Ne var ki, bu hiç de kolay bir iş değildir. Berrak zihinler, açık fikirler, keskin gözlemler, dürüstlük ve adalet gerektirir.
Giriş
Bir Düşüşün Anatomisi’nin, tıpkı memleketlisi La Haine gibi, düşen bir toplumu anlattığını söylemek zayıf bir iddia olur. Evet, belli ki filmin adalet sistemiyle bir derdi var, fakat burada yine adalet üzerinden daha güçlü bir iddiaya varmak mümkün. O da filmin bulunduğu yere tutunmaya çalışan erkeklere karşı, geldiği yere tutunmaya çalışan bir kadının hikâyesi olduğu*.
Sandra (Sandra Hüller), eşinin dağ evindeki balkondan şaibeli bir şekilde düşmesiyle baș şüpheli konumuna düşer. Oğulları, 4 yaşındayken geçirdiği kaza sonucu görme yetisini kaybetmiştir. O günden beri çiftin ilişkisindeki denge bozulmuş, bir arada kalmayı başarsalar da doğal olarak çok zorlanmışlardır. Peki bu karı koca, kanun ve kamuoyu karşısında tüm bunların bir evlilik için normal olduğunu ve kimsenin kimseyi cinayete sürüklemediğini nasıl kanıtlayabilir? Üstelik, taraflardan biri ölmeden önce arkasında, karısını zor durumda bırakacağını bildiği bir iz bırakmışken.
Duruş
Fransız Alpleri’nin nefes kesici atmosferiyle başlayan Bir Düşüşün Anatomisi, ilerleyen dakikalarda mahkeme salonuna taşınıyor. Evet, bu bir duruşma filmi: Bir kadın her şeyiyle toplum karşısındaki duruşunu ortaya koyduğu için.
Sandra’nın ölen eşinin manipülasyonu, o öldükten sonra da başta savcı olmak üzere farklı erkekler aracılığıyla devam ettiriliyor. Öyle ki, bir noktada kadın, kendi avukatına karşı bile kendi doğrusunu savunmak durumunda kalıyor. Küçücük bir an bu, ama öyle güçlü ki belki de kadının suçsuzluğunun en büyük kanıtı. Öte yandan, kendini hiç de hâkim olmadığı bir dilde savunmaya çalışan bir yazar Sandra. Mahkemenin ve kamuoyunun gözündeyse “ölen adamın şüpheli eşi” veya bir “anne” olmaktan öteye pek gidemiyor. Davayla ilişkili olmasa bile hem cinsel kimliği hem yazarlığı hem de anneliği üzerinden defalarca darbe yiyor.
Hani bazen bir film veya dizi izlerken, karaktere kızarız ve ekranla sanki bizi duyacakmış gibi konuşur, akışa müdahale etmek isteriz. Burada da aynı şeyi hissediyoruz, ama şaşırtıcı bir şekilde buna gerek kalmıyor. Çünkü Sandra, görmeye alışık olduğumuz gibi kendine yapılan haksızlıklar karşısında sinir krizleri geçiren, gözyaşlarına hâkim olamayan bir kadın karakter olarak yazılmamış. O, izlerken aklımızdan geçenleri bize lüzum bırakmadan söyleyen, hakkını arayabilen bir kadın.
Nitekim yönetmen de bir röportajında bu düşüncemizi doğruluyor. Filmdeki tartışma sahnesinin, Marriage Story’de(2019) Adam Driver ve Scarlett Johansson arasındaki kavga sahnesiyle neredeyse diyalog halinde olduğunu söylüyor. “Ben bu kadına cevap verebileceği bir şeyler vereceğim.” diye düşündüğünü de ekliyor. Sandra da hem kırılgan hem sağlam biri olarak önce kâğıda dökülüyor, sonra Hüller’in enfes oyunculuğunda ete kemiğe bürünüyor. O, tüm varlığıyla karşımızda ve tam da bu yüzden büyüleyici bir karakter. Yalnızca Justine Triet gibi bir başka kadının kaleminden çıkmış olabileceği besbelli.
Yükseliş
Bir kadının kendini bir şeylere karşı savunması hiçbir zaman sadece “kendini” savunması değildir. Sandra karakteri, mahkemede verdiği soğukkanlı mücadeleyle aslında toplumdaki bütün kadınlara yöneltilen suçlamaları çürütmeye çalışmaktadır. Şahsi bir meseleden çok toplumsal bir değeri vardır onun duruşunun. Bu açıdan Bir Düşüşün Anatomisi, iklimiyle olduğu kadar feminist bakışıyla da iç soğutucu bir etki yaratıyor seyircisinin üzerinde. Ursula K. Le Guin bir yazısında “…kadınlar birbirinden çok farklı yerlerde birkaç kere icat edilmiştir…” der**. Bu film de, Chantal Akerman filmleri gibi, kadını sinemada yeniden icat ediyor.
Senaryoyu partneri Arthur Harari ile yazan yönetmen Triet, muhteşem bir reji ortaya koyuyor. Klişenin sınırlarında dolaşarak seyirciyi yer yer korkutsa da o çizginin hep özgün tarafında kalıyor. Üstelik bunu bilerek yapıyor. Gerek anlatısı gerek kamerasının karakteriyle, aldığı ödülleri fazlasıyla hak ettiğini söylemek mümkün.
Dava filmlerinin o haklı kişisinin davayı kaybetmesine yol açacak küçücük bir hata yapması an meselesidir. Bu filmde de o hatalar etrafa saçılmış, birinin üzerine basmasını bekliyor sanki. Biz de seyirci olarak yönetmenin bu tuzağa düşmesinden endişeleniyoruz. Derken, yönetmen son anda direksiyonu kırıyor. Bizimle dalga geçiyor, böyle bir şeyden korktuğumuzu bildiği için bize nanik yapıyor sanki. Filmin kendisi hiç de eğlenceli değil, ama Triet’nin filmi kurarken ne kadar eğlendiği belli oluyor. Evet, mahkeme filmlerinin tekdüzeliğini de taşıyor anlatısına, ama seyircisine küçük sürprizler yapmayı unutmuyor. O da tıpkı Sandra gibi, yeteneğinin farkında ve bunu mütevazılıkla gizlemeye çalışmıyor. İşte bu yüzden Bir Düşüşün Anatomisi, özgüvenli kadınlar için bir başarı hikâyesi.
Düşüş
(Yazının bu kısmı filmin sürpriz gelişmelerini açığa çıkarmaktadır.)
Sonunda kadın, tüm o sinir bozucu mahkeme sürecini ve onun temsil ettiği her şeyi yenerek davayı kazanır. Erkek bakışı, kırılgan maskülenite ve manipülasyon ise kaybeder. Bir erkek balkondan düşer, “erk”in düşüşü başlar. Yerçekiminin olduğu bir dünyada yere çarpmak zaten beklenen bir durumdur. İşte tam da bu yüzden, belki de önemli olan yere çarpış değil de, düşüşün ta kendisidir.
*Yönetmen bir röportajında filmin kadın düşmanlığını anlatmadığını açıkça söylüyor. Ben de bu yazıda feminist perspektifi, mizojini değil kadının erk karşısında duruşu üzerinden oluşturmaya çalışıyorum.
** Zamanda Bir Dalga kitabının ilk yazısı olan “Kendimi Takdim Ederim”den alıntılanmıştır. (Metis Yayınları, 2016)