Hikâye Ege kıyılarında, Evcilik adındaki bir butik otelde geçer. Ekonomik sıkışmışlık içindeki köylü çift Aysun ve Özkan, burada emekleriyle var olurken şehirli çift Filiz ve Fırat bu emeğin ürettiği lüksü tüketen bir sınıfı temsil eder. Otel, iki dünya arasındaki ekonomik ve kültürel uçurumu açığa çıkarırken aynı zamanda bu farklılıkların kesiştiği ve gerilimin hissedildiği bir karşılaşma alanına dönüşür.
Film, modern şehir hayatının getirdiği yabancılaşma ve duygusal kopukluk ile kırsal yaşamın dayanışma ve içsel zenginliğini karşıt kutuplar olarak sahneye taşımaktadır. Bu bağlamda, iki çiftin ilişkileri; sosyoekonomik yapı, toplumsal cinsiyet rolleri ve bireysel psikodinamikler üzerinden incelenmeye olanak tanımaktadır.
Fırat, babasının şirketinde çalışan, hayatı boyunca bir şey başarmak zorunda kalmamış, ayrıcalıklı bir burjuvadır. Eşi Filiz ise, bu ayrıcalık sisteme sonradan dâhil olmuş ancak içinde bulunduğu düzeni içselleştirmiştir. Filiz ve Fırat’ın ilişkisi, modern şehir hayatının getirdiği yabancılaşma ve duygusal kopukluğun tipik bir örneğidir. Gottman’ın teorisindeki “Mahşerin Dört Atlısı”nın tamamı bu ilişkide kendini gösterir. John Gottman, ilişki dinamikleri ve evlilik üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Amerikalı bir psikologtur. Uzun yıllar boyunca çiftleri gözlemleyerek, sağlıklı ve sağlıksız ilişkiler arasındaki farkları belirleyen “Mahşerin Dört Atlısı” kavramını geliştirmiştir. Ona göre, ilişkileri yıpratan ve zamanla bitmesine neden olan dört temel olumsuz iletişim tarzı eleştiri, küçümseme, savunma ve duvar örmedir. Filiz’in kariyer yolunu seçmeyip ev hanımı olması çift arasındaki diyaloglarda açıkça görülür. Bu durum, Gottman’ın belirttiği gibi, ilişkideki güven ve saygıyı zedeleyen bir eleştiri ve küçümseme örneğidir. Filiz ve Fırat’ın ilişkisi, modern bir çift olarak daha eşit ve özgürlükçü bir bağa sahip olması beklenirken filmin bu beklentiyi kırarak ilişkideki gizli ataerkil dinamikleri görünür kılması ise etkileyici bir ters köşe yaratır. Kocasının kariyer odaklı yaşaması ve ilgisizliği nedeniyle Filiz, sosyal medyaya sığınarak kendine bir kaçış alanı yaratır. Bu durum, Gottman’ın savunmacılık ve duvar örme kavramlarıyla açıkladığı ilişki dinamiklerine bir örnektir.
Aysun ve Özkan’ın ilişkisi, ekonomik zorluklara rağmen birbirlerine duydukları sevgi ve saygı sayesinde güçlü kalmayı başarır. Aysun ve Özkan, birbirlerinin ihtiyaçlarını anlamaya ve birlikte bir hayat kurmaya odaklanmıştır. Bu durum, Gottman’ın duygusal banka hesabı kavramıyla örtüşür. Duygusal banka hesabı, çiftlerin birbirlerine olumlu davranışlarla yatırım yapması ve zor zamanlarda bu birikimi kullanması anlamına gelir. Aysun ve Özkan, zorluklar karşısında birbirlerine destek olarak bu duygusal hesabı sürekli olarak dolu tutar. Özkan’ın geçmişteki alkol ve şiddet problemleri, ilişkinin başlangıçta toksik ve dengesiz bir güç ilişkisi içinde olduğunu düşündürür. Ancak film, bu sorunun üstesinden gelindiğini ve Aysun ile Özkan’ın zamanla eşit bir ortaklık kurduğunu gösterir. Aysun’un, toplumsal beklentilere rağmen ilişki içinde daha güçlü bir birey olarak yer alması dikkat çekicidir. Özkan gibi sorunlu bir geçmişe sahip bir adamın, Aysun ile sevgi ve saygıya dayalı bir ilişki kurabilmesi, toplumsal önyargıları yeniden sorgulatan bir unsurdur.
Filmin ilk yarısı, karakterlerin kendi konumlarını ve sosyal rollerini açıkça ortaya koyduğu sahnelerle dikkat çeker. Bey, abla, bacı gibi kalıplaşmış ifadeler üzerinden “aynı dünyadan değiliz” söylemi vurgulanmaktadır. Bu tematik altyapı, filmin ikinci yarısında beklenmedik dönüşler ve sürpriz gelişmelerle derinleşirken seyirciye farklı boyutlarda sorgulama imkânı sunar.
Filiz ve Fırat, Aysun ve Özkan’ın doğal ve tutkulu ilişkisine hayranlık duyar. Ancak bu hayranlık, kendi ilişkilerindeki eksiklikleri fark etmelerine neden olur. Filmin ana teması olan “oyun,” insan ilişkilerindeki çatışmaların bir katalizörü olarak kullanılır. Filiz ve Fırat, taşralı çift olan Aysun ve Özkan’ın şivelerine, takma isimlerine ve ilişkilerine dışarıdan bir egzotik nesne gibi yaklaşırlar. Şehirli çiftin, taşralı çifti taklit etmeye başlaması, alaycı bir öykünmeye dönüşerek kırılma noktasını hazırlar.
Bourdieu’nün kavramsallaştırdığı sosyal sermaye üzerinden bakarsak, Filiz ve Fırat statülerini koruyabilmek için yapay ilişkiler geliştirmek zorunda kalmış bireylerdir. Bu yüzden gerçek bir bağ kuramazlar. Aysun ve Özkan’ı taklit etmeye çalışarak kendilerini anlamlandırmak isterler. Bu noktada film, taşralı karakterlerin yaşam tarzını şehirli bireylerin yapay ilişkilerine kıyasla daha üstün bir noktada konumlandırır. Ancak bu bir idealizasyon değildir. Çünkü Aysun ve Özkan, Filiz ve Fırat’ın yapay ilgisini fark ettiklerinde büyük bir öfkeye kapılırlar. Burada taşralı bireyler, egzotik birer obje olarak görülmek istemediklerini açıkça ifade ederler. Bu sahneler, şehirli bireyin alt sınıfı romantize etme eğilimini eleştirmektedir.
Film finalde, modern bireylerin içsel boşluklarını harmanlayarak daha derin bir varoluşsal sorgulamayı gündeme getirmektedir. Filiz ve Fırat, şehirlilikten türetilen yapay ve yüzeysel varoluşlarına karşı, köydeki sade hayatın ve aşkın sıcaklığını deneyimleseler de bu deneyim bir dönüşüme yol açmaz. Arayışlarının sonunda bir boşluk hissiyle yüzleşirler. Bu durum, Evcilik’in, sosyal medyada, şehir hayatının sunduğu sürekli tatminsizlik ve varoluşsal yalnızlık arasında sıkışmış bir toplum eleştirisi sunuyor oluşunu daha anlamlı kılar.
Evcilik, modern insanın içsel boşluğunu anlamlandırma çabasına, postmodern tüketim kültürünün nasıl müdahale ettiğini gözler önüne serer. Aysun ve Özkan’ın dünyası, yaşam mücadelesinden doğan bir gerçeklik taşırken Filiz ve Fırat’ın ilişkisi modern toplumun değerleriyle şekillenmiş, yapay ve sürekli bir arayış içindedir.
–
Gottman, J. M. ve Silver, N. (2002). Evliliği Sürdürmenin Yedi İlkesi. Varlık Yayınları.
Field, J. (2003). Sosyal Sermaye. Routledge.