Gelin bugünün tarihini bir noktaya sabitleyip her şeyi 2467 yılına taşıyalım. Dünya taşlaşmaya yüz tutsun; kaynaklar tükensin, bitkiler ve hayvanlar topraktan bir bir silinsin. Uzay bilimlerindeki başarı sayesinde insan ırkı Mars ve diğer gezegenlere yerleşmeye başlasın. Dünya yüzeyinde ısrarla kalmaya devam eden pek az ülke de yiyecek hapı stokunun sonuna gelmiş olsun. Ama 47. Türkiye Cumhuriyeti Başkanı’nın, Birleşmiş Milletler’in “Dünya’yı Terk Edin, Mars’taki Kolonilere Yerleşin” çağrısına uymaması için gayet geçerli bir neden konsun ortaya: Son bir şnitzel yemeden, başkanımız dünyadan asla ayrılmayacağını söylesin. Kıyametin eşiğine gelmiş bir dünyada mevzu bu kadar derinken bakanların eteklerinin tutuşması da bir o kadar normal elbette. Zira en son tavuğun 200 yıl evvel görüldüğü bu topraklarda olmayan bir şeyi, başkanın önüne nasıl sunabilirler?
Ne ki tavuk soyu tükense de bürokraside çareler tükenmez. Bir kere ortada başkanın kati emri vardır; bunu yerine getirmemekse değil insanlığı tehlikeye atmak, pek çok bakanın koltuğundan olması anlamına gelir. Üstelik başkanın bu lokmayı yemede son derece haklı bir gerekçesi vardır. Yıllar önce ülkeye tavuk heykelini diken, kimilerinin çoktan unuttuğu bu tüylü hayvanın suretini tüm dünyaya hatırlatan, bizzat onun dedesinden başkası değildir. Bu durumda sıra, bir zamanlar ekilen tohumların hasadını almaya gelmiştir. Dolayısıyla böylesi bir ileri demokrasi karşısında başkanın sağ kolu ne yapıp edip o tavuğu bulmalı, başkanın söylediği adımlara harfiyen uyarak saraylara layık bir şnitzeli kusursuz bir tepside sunmalıdır. Kamil bunun için kolları sıvar.
Neresinden Tutmalı?
İlk olarak, mevzuyla uzaktan yakından ilgili bütün yönetim birimlerinin listesini hazırlar. Bunların başında da Dış İşleri Bakanlığı gelir; çünkü yurt dışındaki birtakım ülkelerin, düzenledikleri sergilerde tavuk kullandıkları bilinmektedir. Dış İşleri Bakanı derhal mescitte, her zamanki gibi görevini ifa ederken bulunur. Bakan namazını kılar, “soluna sağına” selam verip Kamil’in derdini aynı aklıselim(!) tutumla dinler. Ne ki onun dış ülkelerin de ötesine uzanan bu manevi kolu, Kamil’e önerdiği çözüm karşılığında şnitzelden “bir ısırık” talep eder. Gören gözün hakkı yok mudur zaten? Dış İşleri’nin en çok gözettiği şey, kul hakkı değil midir? Kamil’se değil bir ısırık miktarınca pay ayırmayı, nereden nasıl tavuk bulacağını bile bilmemektedir henüz. Ancak siyasette her yarış, bir kurtlar sofrası kurar neticede. Asılsız pay iddiaları, bu “bir ısırık” kadar sözler, vaatler ve gizli anlaşmalarla başlar. Bunun pekâlâ farkında olan Kamil, Dış İşleri’ni bu işe hiç karıştırmaması gerektiğini hemen anlar.
Sırada Gıda Bakanlığı vardır. Fakat bakanın, raflar arasında sakladığı tavuk aroması zerrelerini almak bile olmayanı var etmekten zordur. Bin bir uğraş sonucu hiç değilse tavuk aromasını bulan Kamil için artık tek bir şey kalmıştır, o da başkana sunacağı bir “et” bulmak. Hayvanlar dünya üzerinden silindiğine göre, et bedenler içinde hâlen yaşamını sürdüren kim vardır peki? Gülüşür Kamil ve arkadaşları, bunun için son çare olarak halktan birkaç kişi de kesilebilir pekâlâ. Neden olmasın? Ve daha da önemlisi, kim bilir!
Madem kelle koltukta, koltuksa bu emrin ucunda, başkanın dilindeki vaatlerde, iş başa düşmüştür. Kamil kimselerin bilmeyeceğinden emin, kendini bu kutsal görev için feda eder. Vücudunun en kullanışlı ve başkana layık yerinden bir parçacık feda eder. Tam da koltuğa oturacağı yerden bir kesik alır. Tavuk aromasıyla kaplayarak tadını bir güzel değiştirir, süsler, kızgın yağda kızartıp parmak ısırtacak hâle getirir. Sonunda herkes nefesini tutmuş, neticeyi beklerken başkanın karşısına kusursuz bir tepsiyle çıkagelir. Ve başkan, yıllar yılı hasretini çektiği, o çok merak ettiği lezzetli tavuk şnitzelden kocaman bir lokmayı afiyetle yer… Ne ki sadece başkan değil, Kamil’in tepside sunduğu bu oyunu tüm ülke, tüm dünya yemiştir. Kesilen kesilsin, gerçekler değiştirilsin; sonuçta kim bilir bunu, değil mi ama? Kamil, vücut bütünlüğünü bu uğurda feda etse de Mars’ın en güzel yerinden bir arsaya, bir de Gıda Bakanlığı koltuğuna değmez mi bunca cefa? Zaten en baştan bize belletilen o meşhur ilkenin söylediği gibi, “Ülkenizin sizin için ne yaptığı değil, sizin başkan için ne yaptığınızdır önemli olan.”
Bir Isırıklık Pay
Siyaset meydanında bütün halkın emanet edildiği yönetim birimlerinin, din kurumunun, bürokrasinin işleyişini tüm çarpıklığıyla çırılçıplak ortaya serer The Last Shnitzel. Yönetmen İsmet Kurtuluş ve Kaan Arıcı, sorgusuz sualsiz kabul edilen başkanlık yönetimine doğrudan kara mizah bıçağını saplamıştır bu acı tatlı temsilde. Peki, başta bugünün tarihini bir kenara koyup bağlamı yıllar ötesine taşısak da kurgu değişmiş midir? Siyaset, verilen emri sorgulamaksızın yerine getirmek, bu uğurdaki her yaptırımı mubah kılmaktan ibarettir yine. Üstelik devletin her kurumu, bu iş için başkanın emrine amadedir. Yeter ki sonunda “bir ısırık”lık pay kokusu olsun.
Başta Türkiye toprakları olmak üzere dünya siyasetine sert bir eleştiri sunan film, başkan rolünde Haluk Bilginer ve başrolde Gökçen Gökçebağ, Serkan Keskin gibi isimlerle işin ciddiyetini ne ortaya koyar. Ancak gülüp geçmek için değildir gerçeklere tutulan bu ayna. Yarının parodisi; bugünün yargısız kabulleri, liyakatsiz hiyerarşisi ve keyfi emirlerinin eseri olacaktır. Peki, korkması gereken bugünün insanları mıdır, yoksa yarınlarımız mı? Karar bizlerin…
Kardeş filmi baştan sona anlatmışsın, dikkat spoiler uyarısı da yok.