Tıpkı Cemal Süreya’nın kahvaltı için söylediği gibi; diğer tatlıları bilmem ama “Çikolatanın mutlulukla bir ilgisi olmalı.”
Nitekim gerek mutluluk hormonlarının salgılanmasını tetiklemesiyle gerekse bu özelliğinden ötürü bir arzu ve haz objesi hâline getirilmesiyle çikolata, çoğumuzun hayatını tatlandıran vazgeçilmez lezzetlerden. Değindiğimiz ilk özellik, uzun yıllardan beri pek çok bilimsel araştırmayla doğruluğu zaten ortaya konmuş, deneylerle de kanıtlanmış bir gerçek. Ancak bizim asıl ilgilendiğimiz, “haz” kavramıyla böylesine derinden özdeşleştirilmiş bir unsurun sinematografi ve kurgu yazarlığında nasıl kullanıldığı. Zira kurguya yerleştirilmiş çikolata objesinin hazla ilişkisi başladığı anda psikanalitik bir okuma da satırlarını açmıştır artık. Ve hazzın olduğu yerde ona ulaşma arzusu, onu yitirme korkusu, onunla bütünleşme ve onu yok etme güdüsü de doğar. Dolayısıyla hepimizin iştahı kabararak izlediği, her lokmasında benzer bir hazzı deneyimleme isteği oluşturan çikolata, baş döndüren lezzeti ve dokusu kadar masum değil aslında.
Gelin, değindiğimiz bu farklı psikanalitik kavramlar çerçevesinde geçmişten bugüne çeşitli filmlerde çikolatanın hangi amaçlarda kullanıldığına ilişkin lezzetli bir alt-okuma yapalım.
*Kavramsal bir deneyim için bir parça çikolata ile okunması tavsiye edilir.