Consuming Passions (1988)
Çikolatalı bir okumaya belki en açık filmlerden Consuming Passions, bir çikolata fabrikasıyla başlayan öyküsü ve üretim çarkında haz arzusunu tatmin edebilmek için yapılabilecek insanlık dışı muameleleriyle kara komedi türünden sıra dışı bir film. Konudan kısaca söz edecek olursak fabrika, Passioneless adlı yeni çikolata serisini çıkarmak üzeredir. Ancak çalışanlardan biri, çikolata tankına düşünce üretilen paketlere “insan eti” karışır. Çoktan raflarda yerlerini almış olan ürünlere müdahale edemeyen fabrika, bir yandan büyük bir endişe taşırken hiç beklemediği bir durumla karşılaşır: Yeni çıkan çikolata, inanılmaz bir satış rekoruna imza atmıştır. Talep arttıkça fabrika aynı tadı yakalamak için hayvan eti karıştırmaya başlar, ancak beklentileri karşılayamaz. Tek çözüm, bir şekilde insan eti sağlayabilmektir. Bunun için de ölü bedenleri kullanmaya başlarlar.
Sonunda tüketicinin memnun olduğu, üreticininse gizli tuttuğu bu döngünün çarklarında “üreten” hem Marksist bir metafor olarak hem de gerçek anlamıyla üretim sürecinin içinde yok olup gitmiştir. Kapitalizmin kitlesel üretimi, hazzı temel bir gerekçe olarak göstermekle bu suçu aklamıştır üstelik. Çikolata serisinin başta Passionless, yani “tutkusuz” adıyla çıkarılması da sonra gelişen hırs girdabının büyüklüğüyle tam bir ironi oluşturur. Böylelikle “Burjuva”yı temsil eden kitle tarafından tutkuyla yenen her çikolata lokması, üretildiği mutfağın tüm sefaleti, emekçisinin hiçliği, insanlığının yokluğu ile “lezzetlenmiş”, kurtlar sofrasına sunulmak üzere özenle paketlenmiştir.
Merci pour le chocolat (2000)
İntikam, sadizmin ikinci bir dereceyle farklı boyuta taşınmasına neden olabilecek çok tehlikeli bir güdüdür. Biraz daha açacak olursak intikam alınmak istenen kişinin bizzat acı çekmesi, kimi zaman intikam alan için yeterli olmaz. Bu durumda intikam alınan kişinin yakınları veya çok bağlı olduğu “şeyler” hedef alınır. Bu da intikam kurgusunun ikinci öznelere veya nesnelere sıçrayarak genişlemesi anlamına gelir. Genişleyen çembere dâhil olan her şey acı çekecek; böylece intikama neden olan haksızlığın her zerresi, sözüm ona hakkını almış olacaktır. Bu güdülerle hareket eden intikamcı, aynı zamanda obsesif eğilimlerin de etkisi altındadır. Bunu gizlemek içinse kullanabileceği en zekice yöntem, intikamını mümkün olan en “tatlı” şekilde almaktır. Tıpkı Merci pour le chocolat’ta Mika’nın her gün üvey oğlu Guillaume’a ikram ettiği sıcak çikolata gibi.
Kocasının onu bırakıp başka biriyle evlenmesini bir türlü hazmedemeyen Mika, yıllar sonra tekrar bir araya gelmelerinin ardından kendini işine ve ailesine adamış bir kadın kimliğini edinir. Ancak geçmişte yaşadıklarının üzerine gösterdiği böylesi bir uysallık, bilinçdışısında henüz çözümleyemediği birtakım düğümlere odaklanmış olduğunun bir belirtisidir aslında. Bunu göremeyen kocası, Mika’nın semptomlarını önemsemeden kendini işine vermeye ve ailesini boşlamaya başlar. Filmde iki unsur, Mika’nın bilinçaltını çözümlememiz için bize ipucu verir: Birincisi, her gün üvey oğluna ikram ettiği şey, bizzat kendi fabrikasında ürettiği “çikolata”dır. Çikolata hem sakinleştiren, uysallaştıran bir mutluluk yanılsaması oluşturur, hem de Mika’nın sahip olduğu bir güçtür. Daha sonra bir gün çıkagelen, kocasının kızı olduğunu düşündüğü Jeanne’ın şüphelendiği üzere, birini zehirlemek için kullanılabilecek en “masum görünümlü” unsurdur bir bakıma. Nitekim sadistçe bir intikam dürtüsü, güçle ezmekten ziyade güçle zehirleyerek acı çekme sürecini uzatmayı yeğler. Şüpheleri körükleyen ikinci ipucu ise Mika’nın çikolata ikramını günlük bir rutin hâline getirmesi, böylece çarpıcı sonucu, çok daha öncesinde “normalleştirmeye” başlamasıdır. Bu da film okumalarında rutinlere ve tatlı haz unsurlarına şüpheyle yaklaşmamız gerektiğine dair güzel bir örnek oluşturur.
Chocolat- One taste is all it Takes (2000)
Çekici, ürpertici, kışkırtıcı, büyüleyici… Çekinceleri ve cesareti tek bir lokmada eriten çikolata, Joanne Harris’in aynı adlı romanından uyarlanan filmde baştan sona kadar pek çok anlamı bünyesinde barındıran bir metaforun temsilcisi. Kurgu, nispeten muhafazakâr ve tutucu bir Fransız kasabasına yerleşen genç anne Vianne ile kızı Anouk’un, La Chocolateire Maya adlı bir çikolata dükkânı açarak tüm kasabayı farklı yönlerde etkilemelerini konu alıyor. Anne ve kızı yerleşmeden önce kasabanın durgun ve donuk hâli, çikolata dükkânıyla birlikte hareketlenmeye başlar. Ancak bu, iki türlü bir etkiye sahiptir; kasabanın belediye başkanı Alfred Molina ve çevresindekiler, kasaba halkının kültür ve ahlâk dokusuna “uymayan” bu kadına karşı cephe alırlarken Vianne’in sıcak, içten ve neşeli hâli, kasabada eksik olan rengi tamamlar.
Bu süreçte zamanla çikolatanın bir fetiş unsuruna dönüştüğünü görürüz. Zira çikolatanın Vianne ile özdeşleşen dokusu yoğun, baş döndürücü, mutluluk verici ve gizemli bir çekiciliğe sahiptir. Kasabalıların açıklayamadığı bu çekicilik, başta belediye olmak üzere kilisenin de onaylamadığı birtakım aşk ilişkilerine de kapı aralar. Dolayısıyla Başkan Molina, Vianne ve kızını kendine düşman edinerek halkı da onlara karşı kışkırtır. Saldırılarını yine “çikolata” üzerinden yapan başkana karşı Vianne de çikolatayla sürdürür mücadelesini. Ne ki başkan dâhil Vianne’i nihayet kabul eden ve onaylayan her karakterin yolu muhakkak bir lokma çikolatadan geçmektedir. Bu noktada çikolata yemek, bu fetiş objesini hem bedensel hem zihinsel anlamda içselleştirmek, Vianne’e de bilinçdışında aynı muameleyi uygulamaktır. Dolayısıyla karakterlerin çikolata yediği sahneler, çikolatanın yenme biçimi ve karakterlerin bundan aldığı haz veya hissettikleri, bilinçdışında Vianne’i nasıl algıladıklarını ortaya koyar.