Charlie and the Chocolate Factory (2005)
Çikolatalı filmlerden söz ederken hemen hepimizin çocukluğundan bir kez olsun geçen Roald Dahl eserine değinmemek olmaz elbette. Ancak çoğunlukla daha erotik bir hazza işaret eden çikolata metaforu, burada yedi ölümcül günahın kışkırtıcı unsuru olarak karşımıza çıkıyor.
Willy Wonka adlı bir çikolata ve şekerleme fabrikası sahibinin, yıllar önce kapılarını tüm dünyaya kapatarak üretimini gizliden gizliye sürdürdüğü fabrika, günün birinde dünya çapında bir kampanyayla çıkagelir. Wonka, beş adet “altın bilet” yerleştirdiği çikolataları dünyanın her ucuna gönderir. Bu biletlerden birini bulan şanslı çocuk, bir ebeveyniyle birlikte fabrikada bir günlük gezi hakkı kazanacaktır. Fakat “şans”; parayla, hırsla, haksızlıkla da pekâlâ elde edilebilecek bir üstünlüktür ve fabrikaya gelen beş çocuk da bunun farklı yönlerini yansıtır. Çikolata, her biri için farklı bir sınama unsurudur. Kimi fabrika gezisi sırasında açgözlülüğüne yenik düşer, kimi kazanma hırsına. Kimiyse doyumsuzluğunun bedelini canıyla öder. Acımasız sınav ilerledikçe korkunç bir ironi oluşmaya başlar; çikolatanın dokunulmazlığı, gücü, saflığı, hiçbir çocuğu yanına yaklaştırmayan yüce bir güce dönüşür. Ancak sonunda esas imtihanı, bu gücün mutlak sahibi olduğunu her fırsatta kanıtlamaya çalışan Wonka verir.
The Dark Side of Chocolate (2010)
Bir de karanlık yüzü var elbette çikolatanın; üstelik bu sefer metafor olarak değil, konunun merkezinde ve koyu, acı, iç burkan bir tada sahip. 46 dakikalık belgesel The Dark Side of Chocolate, tüketici toplumun gerek besin olarak gerekse sanatsal ürünlerinde kullandığı çikolatanın esas üretim sürecinde çalışanlara yöneltir objektifini. Bu lezzetli ürünün raflara geliş serüveni, ne yazık ki tadı kadar büyüleyici, cezbedici, keyif verici değildir. Aksine 2001 yılında tüketicilerin ayaklanmasıyla birlikte ortaya çıkan gerçekler arasında çocuk işçiliği, kölelik, insan kaçakçılığı, taciz, hırsızlık ve daha pek çok evrensel suç bulunmaktadır. “Çocuk işçilerine hayır” yazılı protesto tabelaları işe yarar mı peki? Tabii ki bu da çikolatanın karanlık merdiven altlarına itilerek saklanan skandallarından olmaya devam eder. Kakao endüstrisinde uzun yıllardan beri yaşanan bu acı süreç, Miki Mistrati ve U Robert Romano’nun cesaret edip kolları sıvamasıyla ilk defa ekran karşısına çıkar ve yediğimiz lokmaları boğazımıza düğümler.
Romantics Anonymous (2011)
Çikolatanın yine tatlı sonla bağlayan lezzetli bir araç olarak kullanıldığı Romantics Anoymous ise görece keyiflik bir seyir sunar. Romantik komedi türündeki film, genç ve tecrübesiz Angelique’in, çikolata ustası olma rüyasını anlatır. Bu yolda en başta kendi anksiyete problemiyle mücadele etmek zorunda kalan genç kız, Jean-René adında küçük bir çikolata işletmesi olan ve kendisi gibi anksiyete sorunu yaşayan bir girişimcinin yanında çalışmaya başlar. Olaylar geliştikçe ikili arasında başlayan romantik ilişki, türlü yanlış anlaşılmalar yüzünden bir türlü mutlu sona ulaşamaz. Ama “çikolata”nın bağ kurucu bir tutku hâline gelmesi, nihayetinde tatlı noktayı koyar. Elbette tozpembe bir romantik film izleği içinde her şeyin bu kadar masum olmadığını da unutmamak gerekir. Angelique’nin, anonim bir kimlikle çikolata üretip müşterilere sunmak zorunda kalması, daha sonra bu bilinmezlik hâlini korumaya çalışması, yüzyıllarca sanat alanında kadınların erkek egemen bir bağlamda kimliklerini saklamak zorunda olmalarının “seyreltilmiş” bir yansımasıdır aslında. Dolayısıyla her ikisi de aynı anksiyete sorununu yaşarken Angelique ile Jean-René’nin yaşadığı süreç arasındaki cinsiyet temelli farklılıklar, dikkat edilmesi gereken nüanslardandır.