Toprakların tarihi, üzerinde yaşayan insanların ve beşerî faaliyetlerin de bir panoramasını çizer aynı zamanda. Topraklar kızıla boyanırsa dökülen, insanın kanıdır. Topraklar kızgın ateşe bürünürse yükselen, halkın sesidir. Ve topraklar sarsılır, bölünür, parça parça dağılırsa kaybolan, bir milletin resmidir. I. Dünya Savaşı’nın ardından iki devletin birleştirilmesi kararıyla kurulan Çekoslovakya da 1990’lı yıllara dek bir toprağın doğum, yaşam ve acılı ölümü nasıl yaşadığını anlatır. Böyle bir coğrafyada dünyaya gelen Çek-Amerikalı film yönetmeni, senarist ve aktör Tomas Milos Forman, gördüklerinin ve yaşadıklarının aynası olabilmek için sinema sanatını kullanmayı seçmiştir. Zira eline kamerayı alıp ilk görüntülerini kaydetmesine izin verildiği o unutulmaz anda, kendi deyişiyle “özgürlüğü ellerinin arasında tutmuştur” ve hiçbir şey, o zamana değin gerçekliği bu kadar gerçekçi yansıtamamıştır. Forman’ın hayatı boyunca bir ülkü olarak benimsediği bu sinema felsefesi, Çekoslovakya Yeni Dalgası’nın da temellerini atmıştır.
Sinema dünyasındaki dönüm noktalarından birini ortaya koyan Forman, 2019 yılında Jakub Hejna ve Helena Trestikova’nın ortak çalışmalarıyla kamerayı bu kez kendi hayatına tutulmuş bir ayna olarak karşısında bulur. Belgesel türündeki film, Forman’ın hayat mücadelesini anlatırken Çekoslovakya’nın tarihi de yönetmenin yaşamındaki iniş çıkışlarına, bunun yanı sıra dönemin genel sanat etkinliklerinin karşılaştığı sansürlere, uğradığı darbelere, yönelişine ve yıkılan bir devletin küllerinden yepyeni bir hareketin oluşumuna paralel ilerler. Dolayısıyla Forman vs. Forman, adı üzerine bir iç savaşın ve çatışmanın yansımasıdır.
Bir anne ve bir babanın kesişen kaderiyle ortaya çıkan bütün “yeni”ler, bu anlamda bir bütünleşme hikâyesinin mutlu sonu olurken Forman’ın hayatı, parçalanan bir başlangıcın yükünü taşır. II. Dünya Savaşı Dönemi’nde dünyaya gelen Forman, henüz çok küçük yaşta anne ve babasının Naziler tarafından toplama kamplarına götürülmesine tanık olur. Hayatının başlangıcında yalnız bırakılmış, temelsiz kalmıştır; bu yüzden gelecekte yapacağı her şey, “yeni”ye bir davet olacaktır. Yaşadıklarına rağmen sahip olduğu mizah duygusu ve gerçekliğe bakış açısı, teknik eğitimle tamamladığı Prag Film Akademisi’nde sanatsal bir duruş kazanarak kendine özgü bir üslup oluşturmasını sağlar. Nitekim Maça Ası (1964) ve Bir Sarışının Aşkları’yla (1965) başlayan kariyeri, sinematografisinin başarılı bir yolda ilerleyeceğinin de ilk işaretlerini vermiştir.
Filmde de birtakım sahnelerine yer verilen Bir Sarışının Aşkları, dönemin radikal çıkışlarından birini temsil eder. 60’lı yılların çalkantılı siyasi sürecine rastlayan yapım, erotizmi tüm çıplaklığıyla, ancak taşıdığı mizahî üslupla bir o kadar da insanî doğallıkla yansıtmaktadır. Doğaçlama, amatör oyunculuk ve rastgele isimlerden oluşan kadro, nitekim daha sonra Çekoslovakya Yeni Dalgası’nın başlıca özellikleri olarak anılacaktır. Görece daha güçlü bir anlatı kurgusuna sahip olması ve milliyetçi bir kimlik taşımasıyla Fransız Yeni Dalgası’ndan ayrılan akım, tarihsel bağlarından kopmadan yeni bir duruş sergilemeyi başarmıştır. Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ayrılmadan önceki devletin komünist yapısı, toplumu yanlış yönlendireceği endişesiyle gerçekliğin yansımasını buğulu bir camla sansürlerken Çekoslovakya Yeni Dalgası, bu camı şeffaf hâle getirerek sanatın görünür olmasını sağlamıştır. Ne ki belgeselde Forman’le yapılan röportajlardan birinde yönetmen, kendisini bu başlangıç sürecinde en çok zorlayan unsurun ideolojik baskı olduğunu dile getirir. Zira fikirlere yöneltilen sansür, bedensel esaretten çok daha derin ve uzun soluklu izlere sebep olmaktadır. Sinemadan tiyatroya, edebiyata, müziğe kadar beşerî bir etkinlik olan sanatın her alanı da çalkantılı siyasî gündemlerin beşiğinde, vurulan her darbeden nasibini almıştır. Forman’in eleştiri oklarını devlet kodamanlarına yönelttiği çalışmaları bir dönem ülke çapında yasaklanırken 70’lere gelindiğinde daha liberal bir ortama kavuşan sanat anlayışı sayesinde Guguk Kuşu (1975) adlı yapımı, beş dalda Oskar Ödülü’nün sahibi olmuştur. Forman’in hayatında ardıl şekilde ilerleyen bu hezeyan ve başarı, özgürlük ve esaret, eskiyle yeni arasındaki gerginlik, birbirini takip eden darbeler ve değişen rejimler yüzünden dengesini bir türlü sağlayamayan ülke gündeminin de bir yansımasıdır.
Forman’in sanata, özellikle de sinemaya bu kadar tutkuyla tutunması ve sanatsal özgürlüğe bir çağrı niteliğindeki öncülüğü, beyazperdenin bu paralelliği en saf hâliyle yansıttığına inanmasından ileri gelir. Bu düşünceyi kendine bir ülkü olarak benimseyen yönetmen, ülkesinin başına her ne gelirse gelsin yaşamının sonuna dek mizah anlayışını, yüzünde eksilmeyen bir tebessüm olarak korumuş ve eserlerine de başarılı bir şekilde yansıtmıştır.
Bir toprağın, bir milletin, bir sanatın direnişini anlatan Forman vs. Forman, çocukluğundan başlayarak yaşadığı yıllarda yönetmenle yapılan röportajlar, anıları, kendi çekimleri, yaptığı konuşmalar, ödül törenleri ve eserlerinden kesitler vererek renkli bir içerik sunar. Sanatın özgür alanını ideolojilerle kısıtlamaya çalışan sansüre karşı bu direniş öyküsü, harekete geçmek için ilham arayanlara da bir çağrı. Nitekim yeni’ye niyet eden kimse unutmamalıdır ki topraklar, üzerinde yaşayan insanları resmeder; ancak hiçbir insan, köklerini saldığı toprakla aynı kaderi paylaşmak zorunda değildir. Zira insan, eski ile yeni arasındaki dengede tarihsel bağı koparmadan küllerinden doğabilen özgür bir kuştur.