Minimalizmin görsel tezahürü olarak niteleyebileceğimiz İran sineması görünürlük kazanmaya başladığı ilk yıllardan itibaren artan bir ivmeyle yolculuğuna devam etmektedir. Mirza İbrahim Han’ın Paris gezisi sırasında Gaumont yapımı bir alıcı satın alması günümüzde hayranlıkla takip ettiğimiz İran Sineması’nın doğmasına vesile olur. 1925 yılında Tahran’da Perveresgahe Artisiye Sinema adıyla açılan oyunculuk okulu sinema filmleri için öğrenciler yetiştirmeye başlar. Mezunların rol aldığı Abi ve Rabi (Ovanes Ohanian, 1928) İran sinemasının ilk kurmaca filmi olur. Ardından Duhter-i Lor (Lor’un Kızı, 1933) filmiyle Abdül Hüseyin Sapente, ülkeye yenir bir soluk getirir. İran sineması ilk sesli filmine kavuşur. Yakın tarihimizde ise Iran Yeni Dalgası birbirinden değerli yönetmenleri sinema dünyasına kazandırır. Abbas Kiarostami, Bahman Ghobadi, Asghar Farhadi, Jafar Panâhi, Samira Makhmalbaf gibi usta isimlere saygı duruşu niteliğinde olan bu film listesi İran sinemasının en az öncüleri kadar başarılı; ancak pek fazla görünürlüğe sahip olmayan bir seçkiden oluşmaktadır.
The Silence: Sokout (Yön. Mohsen Makhmalbaf, 1998)
Mohsen Makhmalbaf’ın şiirsel bir anlatıya sahip filmi The Silence, küçük bir çocuğun dünyaya karşı verdiği bireysel mücadeleye odaklanmaktadır. Khorsid, on yaşında görme engelli bir çocuktur. Fiziksel özelliği onda yeni duygular keşfetmeyi sağlamış, birbirinden güzel sesleri kendi süzgecinden geçirip yeni müziklerle tanıştırmıştır. Ona göre rüzgârın, yağmurun, nefesin; yeryüzündeki her şeyin kendine ait bir sesi ve ritmi vardır. Hayat bir harmoniden ibarettir. Öyle ki göremediği her şeyi kulaklarıyla telafi etmektedir. Üstelik gelişmiş duyma yeteneği sayesinde yarı zamanlı olarak bir ustanın yanında müzik aleti akort etmektedir. Evden çıkıp işe varıncaya kadar duyduğu her ses Khorsid’i büyülemektedir. Hiç bilmediği diyarlarda hiç tanımadığı insanlarla tanışır. Ancak Khorsid’in serüveni başına buyrukluğu sebebiyle başka bir yola evrilmek üzeredir. Her ne kadar A Moment of Innocence (1996), Kandahar (2001), The Day I Became A Woman (2000) gibi filmlerinin gölgesinde kalsa da The Silence, Makhmalbaf’ın en simgesel filmlerinden biridir.
Hafez (Yön. Abolfazl Jalili, 2007)
İran-Japonya ortak yapımı olan Hafez, genç bir adamın Kuran’ı ezberleyerek hafız olma yolculuğuna değinmektedir. Hafız Şirazi’nin şiirlerinden oldukça etkilenen Shamsadin, süregelen inanç biçimini ve batıl kuralları tasavvufun ışığında açıklığa kavuşturmayı tercih eder. Hafızlık eğitimi sırasında yurt dışından yeni gelen Nabat’a Kuran öğretmekle görevlendirilir. Yan yana gelmeleri yasak olan iki genç kutsal kitabı okudukça aralarında ruhani bir çekim hissetmeye başlar. Genç Hafız, Nabat’a olan duygularını bastırmakta zorlanır ve binbir zorlukla aldığı unvanını hiçe sayarak arzularının peşinden gitmeye karar verir. Abolfazl Jalili’nin mistisizme olan ilgisiyle harmanlanan film, Hafız Şirazi’nin hayatına sembolik bir şekilde değinmektedir. Festivallerde gösterim şansı bulan Hafez (2007), Roma Film Festivali Jüri Özel Ödülü’nün de sahibi olmuştur.
Lovely Trash (Yön. Mohsen Amiryoussefi, 2012)
Geçmişinden kurtulmak zorunda olan yaşlı bir kadının hikâyesini anlatan Lovely Trash, İran’da yaşanan devrimi ve yönetim şeklini eleştirel bir ûslupla sergilemektedir. Bir nevi mizah taşlaması olma özelliği taşıyan film, Amir Yousifi’nin deneysel anlatısıyla İran sinemasına yeni bir soluk getirmektedir. Komünist bir kardeş, ulusalcı bir evlat ve liberal bir eşin kıskacında eril yapının tüm görsel kodlarına sahip bir kadın izlemekteyiz. Aile fertlerini kaybeden bir annenin siyasi kurallara karşı verdiği mücadeleyi gerçekçi bir anlatı yapısıyla aktaran Yousifi, geçmiş yüklerden kurtulma çabasının bireyde yarattığı psikolojik yıkıma da ustalıkla değinmektedir.
Melbourne (Yön. Nima Javidi, 2014)
Avusturalya’ya taşınmak için son hazırlıklarını yapan bir çiftin hüsranına tanık olduğumuz Melbourne, Nima Javidi’nin ilk uzun metrajı olma bakımından büyük bir öneme sahiptir. Amir ve Sara’nın tek mekânda geçen hikâyesi, klostrofobik bir anlatıyla gerilim yaratırken çözülmesi zor olayların merkezini de yine aynı derecede huzur bozan unsurlarla süslemektedir. Melbourne (2014) karakterlerin ruhsal duyumlarının ön plana çıktığı, psikanalitik olarak güçlü göstergelere sahip bir film olarak listemizde yerini almaktadır.
– 2014 Venedik Film Festivali Eleştirmenler Haftası’nın açılış filmi olan Melbourne, sekiz ödüle sahiptir. Ayrıca festivallerde övgü yağmuruna tutulmasına rağmen sinema topluluklarında hak ettiği değeri yeterince göremeyen de bir filmdir.
My Brother Khosrow (Yön. Ehsan Biglari, 2016)
Bipolar teşhisiyle yıllardır tedavi gören Khosrow, ablası Nahid ile yaşamaktadır. Nahid, anne babasının yadigârı olarak gördüğü kardeşine korunmaya muhtaç bir çocuk ilgisiyle ebeveynlik yapmaktadır. Khosrow, bir süreliğine erkek kardeşi Naser’in evine taşınmak zorunda kalır. Sorunlu aile bağları ve geçmiş travmalarıyla mücadele etmek zorunda kalan Khosrow günden güne kötüleşmeye başlar. Artan sinir krizleri ve zapt edilemez davranışları Naser ve ailesini zor durumda bırakır. Ancak sevgi kavramının iyileştirici gücüne inanan yengesi hem Khosrow’u hem de kocasını hoş görmeyi başarır. Şimdi geriye affedilmesi gereken geçmiş ve bilinçaltı kodları kalmıştır. İki kardeş çocukluk travmalarının üstesinden gelmek için yeni bir sayfa açmak zorundadır.
Damascus Under Fire (Yön. İbrahim Hatemikiya, 2018)
Suriye’ye askeri destek veren iki pilotun hikâyesine odaklanan Damuscus Under Fire, insanlık tarihini büyük ölçüde yıkıma uğratan IŞİD terör örgütünü yakın merceğe almaktadır. Ali ve Younes’in Suriye’de esir alınışını ve mürettebatlarındaki onlarca sivil yolcunun uğradığı eziyeti tüm çıplaklığıyla aktarır. Film tekinsiz bir atmosfere sahip olmakla birlikte seyirciyi ilk sahneden itibaren kıskacına alarak çarpıcı bir kurgu örneği sunmaktadır. İnsan hakları için verilen mücadelenin ırk, din, dil vb. gibi ayrımlar gözetilmeden her koşulda iyi insanlar tarafından dikkate alındığının bir kez daha altını çizer. Dini sömürünün yüzyıllardır toplum üzerinde yarattığı tahribata İranlı baba ve oğlun yaşam mücadelesi eşliğinde değinmektedir.
The Dark Room (Yön. Rouhollah Hejazi, 2018)
Psikolojik gerilim türünün İran sineması dokunuşlarıyla harmanlandığı The Dark Room, dört yaşındaki Amir’in yeni taşındıkları evin yakınlarında bir süreliğine ortadan kayboluşuna odaklanmaktadır. Küçük çocuk, bulunup eve getirildiği andan itibaren tuhaf davranışlar sergilemektedir. Anne ve babası çocuklarının tacize uğradığından şüphelenir, mahalle sakinleri tarafınca büyük bir sorgu başlar. Ancak gerçekler görünenden oldukça farklı bir şekilde gün yüzüne çıkmak için karanlık bir odada beklemektedir.
Hat-trick (Yön. Ramtin Lavafipour, 2018)
Tek gecede geçen filmler külliyatına eklenen Hattrick, Ferzad’ın başından geçen birkaç saati konu almaktadır. Farzad, parti çıkışı eşi ve arkadaşlarıyla birlikte karanlık yoldan geçerken arabayla bir nesneye çarpar. Yolda kendilerinden başka yardım alabilecekleri kimse yoktur. Genç grup birini öldürmüş olma ihtimaline karşı vicdan azabı duymaktadır. Geceyi geçirmek için yeni tanıştıkları bir kadının evine giderler ve sadakat halkası yavaş yavaş daralmaya başlar.