“Şeker yemeyi seviyorsan, karşı duvara yürü.
Yağmur altında sırılsıklam ıslandıysan, karşı duvara yürü.
Ailenle ilgili problemlerin varsa, karşı duvara yürü.”
Büyük kentlerin geceleri, bir sivrisinek gibi vızıldar durur. Aydınlatılmamış ıssız sokaklar, ışıkları yanmayan binalar olsa bile, her karanlıkta başka bir hayat bulunur. Bu vızıltının kime –ya da neye- ait olduğunu bilirsiniz; ama çoğu zaman nereden geldiklerini bulmak zordur. Arabaların korna sesleri, nerede olursanız olun, bir yerlerden gelir ve size ulaşmayı başarır. Bazen de yönünüzü o sesler sayesinde bulursunuz. Çok uzaklarda bir yerlerde, bir dükkânın yanıp sönen ışıkları görülür; bir köpek bir yerlerde, alışkın olmadığı birini görmüşcesine havlar. Dikkatlice bakarsanız, karanlık binalarda yanıp sönen ve zaman zaman renk değiştiren ışıkları görebilirsiniz. Televizyonların ışıklarıdır bu. Onlar da zamanları gelince insanlarını uyutur ve vızıldamaya devam ederler. İşte bu vızıltılar, kentin en sakin zamanlarını tuhaf bir tekinsizliğin içine hapseder. Her ne kadar Türkçe ismi Soygun olsa da, karakterlerin başlarına gelen olaylar zinciri bir soygunun sonucu gibi dursa da Good Time’da soygun, filme ritim ve gerilim katar yalnızca. Soygun bu hikâyenin ne başlangıcı, ne de bitişidir. Hayatları boyunca ağır yenilgiler almış iki kardeşin, başka bir ağır yenilgisidir bu soygun. Dolayısı ile Good Time, bir soygunu değil, her şeyin iyi olacağına dair yalanlarla büyütülmüş bir inançla iki kardeşin ne ilk kez, ne de son kez; fakat bir kez daha ve bir kez daha, tamamen yenilene kadar, kentin tekinsiz deliklerinden kurtulmak için bu deliklerden geçerken verdikleri savaşı konu alır.
Film, bir terapi sahnesi ile açılır. İzleyici, kardeşlerden Nick’i ilk kez burada görür. Nick, ilk yenilgisini henüz doğmadan almıştır. Pek konuşmayan ve fazlasıyla gergin olan Nick, konu büyükannesine gelince yavaş yavaş çözülür. Denize yakın olup da denizi göremeyen insanlar gibi Nick, su ve tuz kelimelerini duyunca hayal ettiği kumsalı düşünür ve içine bütün hüzünlerini yüklediği bir damla yaşı odaya bırakır. Terapi önemli bir yol katetmek üzereyken diğer kardeş Connie odaya aniden girer ve Nick’i zorla alıp götürür. Nick, yalnızca Connie’ye güvenirken, Connie de kendisinden başka herkesin Nick’e zarar vereceğini düşünür. Takıntılarla kuvvetlenen bu bağ, kardeşlerin film boyunca karşılaşacakları engellerin bir bakıma nedenini de oluşturur.
Açılış sahnesi ile birlikte izleyici, nedenini henüz tam anlayamasa da bu bağı ve içindeki derin hüznü hisseder. Asıl film ise soygun ile başlar. İzleyicinin soygun temalı filmlerden alışkın olduğu gibi her şey en ince detaylarına kadar planlanmamıştır; çaresizce yapılmış bir soygundur bu. Belki kardeşler, son çıkış olarak bu yolu denemeye karar verirler, belki de kolay yoldan çok para kazanma fikri, onlara o kadar da riskli ve tehlikeli gelmez. Sonuç olarak bu soygun ellerinde patlar, Nick yakalanır ve Connie film boyunca bir yandan kaçarken bir yandan da Nick’i kurtarmaya çalışır. Nick’i kurtarmak için para gerekir, engeller gitgide zorlaşır ve Connie’nin her çabası, bu kurtarışı imkânsıza bir adım daha yaklaştırır.
Yakın plan çekimler, neon renkler, gergin müzikler ile atmosfer, kusursuz bir uyum içinde izleyiciye aktarılır. Filmin başarısı belki de bu atmosferin izleyiciye tam da istenildiği gibi aktarılabilmesindedir. Öyle ki izleyici, en karanlık ve sakin anlarda bile, o tuhaf tekinsizliği bir şekilde hisseder. Atmosferdeki başka bir başarı da atmosferin asla senaryonun önüne geçmemesidir. Aksine senaryoyu destekler ve izleyiciyi bir bütün içinde finale taşır. Good Time, hüzünle geçen kara bir hayatın bir gecelik yoğun özetine dönüşür.
Harika bir yazı olmuş,ellerine sağlık!