Arkamızda beyazperde, sahneyi yeniden düzenleyelim! Bu defa kamera önünde, perde arkasında, hikâyelerin içinde, ses ve görüntü aşamasında, finansman sürecinde rol alan tüm aktörleri bir araya getirip yapım yolculuğunu onlardan dinliyoruz. Güverte Film tarafından düzenlenen ve pek çok yapım şirketini ve medya endüstrisindeki önemli isimleri buluşturarak etkileşimli bilgi paylaşımını sağlayan Beyond24, Türkiye’de film sektörü alanında başarılı adımlarla ilerlemeye devam ediyor. Biz de Fil’m Hafızası olarak hikâyenin kuruculuğunu üstlenen Suzan Güverte ile Güverte Film’in kamarasına konuk olduk:
Öncelikle emeğinize sağlık demek istiyoruz, geçtiğimiz günlerde Beyond24’ün ikincisi gerçekleşti. Bu seri, bir sonrakini dört gözle bekleyeceğimiz bir festivale dönüşecek gibi. Etkinlikten bahsetmeden önce çıkış noktasına değinmek isteriz. Bu süreç nasıl başladı ve ilerleyen dönemlerde sizce nasıl seyredecek?
Film endüstrisine ben çok geç girdim. Girdiğimde de bu sektörün Türkiye’de kapalı ve zor olduğunu fark ettim; burada bilgi paylaşımının az olması nedeniyle pastanın paylaşılmasından ziyade yok olmasına neden olduğu bir ortam vardı. O dönem çeşitli festivalleri, forumları gezerken Amerika’da bir tanesine rastladık ve oradaki modeli bir ölçüt olarak aldık. Ne kadar “Yapamazsın, edemezsin” deseler de denemeye karar verdik. Oraya beni götüren arkadaşlarla ilk tasarımını yaptıktan sonra Duygu’ya götürdüm projeyi. Onun özellikle film etkinlikleri konusunda iyi bir tecrübesi var. Böylece beraber tasarlamaya başladık. Projemiz ilk senesinde başarılı olduktan sonra da ikinci seneye taşımış olduk.
Duygu: İlk sene bir denemeydi bizim için aslında, bunun sonunda gerçekte nasıl bir şey yapmak istediğimize karar verdik. Ve her sene biraz daha farklılaşıp gelişen bir süreç olacak; ancak önceliğimiz, yeterli kaynak bulursak projeyi daha çok yabancı konuğun katılacağı uluslararası platforma taşımak.
Peki, etkinliğe eleştirel gözle yaklaşacak olursak eksik ve güzel yönleri hakkında nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Öncelikle programı daha erken yayımlamış olmayı ve daha fazla kişinin duyması için pazarlamayı daha erken başlatabilmeyi isterdik. Ama elimizdeki kaynaklar, sadece organizasyonu yapmaya yetiyor. Kendimizi en çok eleştirdiğimiz nokta, etkinliğin duyurulması ve programın geç ortaya çıkması. Bunun haricinde de kariyer alanını büyütmek istiyoruz, bunun için de şirketlerle iletişimi erken başlatmamız gerekiyor.
Duygu: Ben de programın erken hazırlanması ve duyurulması gerektiğini düşünüyorum. Bir de içerik bakımından programlamayı, konuşmacılar bakımından daha erken belirlememiz gerekiyor. Önümüzdeki yıllarda etkinliği geliştirmek adına bunlara dikkat edeceğiz.
Geçtiğimiz yılla karşılaştırırsak bu yıl katılımcılarla etkileşim ve aldığınız tepkiler nasıldı?
En az iki kat etkileşim aldık diyebiliriz. Bu yıl çok daha renkli bir manzara vardı; kariyer alanını geçen sene yanlış yere kurmuştuk. Fakat bu sene bilet gişeleriyle beraber hepsini toplu bir alana kurunca daha etkili oldu. Katılım da iki katına çıktı bu sene. Ayrıca içerik kalitemizden çok memnunuz. Paralel konuşmalar aslında zamanlama açısından eleştiri alıyor ama bu da insanların farklı konuşmalara katılıp sonunda birbirlerine anlatmalarını, böylece etkileşime girmelerini sağlıyor.
Duygu: Geçen sene insanlar ilk defa böyle bir şeye tanık oldukları için ne yapacaklarını tam bilememişlerdi; bu yılsa herkes ayrı bir etkinliğe katılmak için heyecanla koşuşturuyordu. Bu canlılık bizi çok mutlu etti.
Beyond24’ü ulusal bir festival niteliğinde farklı şehirlerde de gerçekleştirmeyi düşünüyor musunuz?
Aslında bunu deneyeceğimiz ilk yer büyük ihtimalle Doğu olacaktır. Mardin gibi, doğu bölgesinde ulaşımın kolay olduğu yerlerde düşünüyoruz. Bizim için önemli olan, kaynak sağlamak. Bunu gerçekleştirebilirsek öncelikle Balkanlarda, herkesin beklediği ve önceden bilet alarak takip ettiği, film konferans serisi şeklinde bir etkinlik hâle getirmek.
Etkinliğin sloganları da ayrıca dikkatimizi çekiyor; “Sonuçta roket yapmıyoruz!”, “Hadi dünyayı kurtaralım!” derken bir ironi de seziyoruz burada. Bu sloganların çıkış noktası ve iletmek istediklerinden söz eder misiniz?
İki senedir brief’leri biz veriyoruz. İlk sene insanların birbirleriyle bilgi paylaşmaması bizi öyle rahatsız etmişti ki; sanki roket mi yapıyorduk, bu kadar gizli miydi? Aslında Beyond’da gülmece yapmamaya çalışıyoruz, daha ciddi tutuyoruz; ama yine dünyayı kurtarma meselesine getiriliyor. Bu sene de krizler gündemdeydi; biz de Dünyayı Kurtaran Adam’ın yönetmeni Çetin İnanç’ı davet etmiştik ve tüm kaynak yetersizliğine rağmen bu işin yapıldığını göstermek için “Sanki dünyayı mı kurtarıyoruz?” demek istedik.
Gelelim projeleriniz arasından, içinde hem müzik, ses, belgesel, televizyon programı, reklam ve çeşitli multimedya prodüksiyonunun gerçekleştiği hem de pek çok yapımcıyı, hikâye anlatıcısını bir araya getiren Güverte Film’in kendi başlangıç hikâyesine. Bu projenin amacı nedir ve şimdiki hâliyle istediğiniz hedefe ulaştınız mı?
Ben film endüstrisine etkiyi yaratmak için girmiştim. Birkaç sene bir yanlış anlaşılmanın peşinden sürüklendim; bağımsız sinemanın etki yaratmak üzere yapıldığını zannettim. Oysa bağımsız sinema, daha çok otör sineması ve etki yaratmak gibi bir amacı olmayabiliyor. Güverte Film tam olarak değerler ve etkiyi yaratmak üzere bir şirket; yönetmen odaklı değil, içerik odaklı bir şirket. İlk başta Enkaz, sonra Blues, şimdi Kolej Havası adlı bir belgesel ve birkaç yeni proje olmak üzere yaptığımız filmler belli bir kültür ve değeri hatırlatan ve bunu biraz da romantik tarafından tutan yapımlar. Güverte Film’den çıkan tüm filmlerin de amacı temel olarak bu olacak. Ancak kaynak olarak herkes gibi biz de zorlandığımız için birtakım hayallerimizi gerçekleştirmek için biraz beklememiz gerekecek.
Güverte Film’in resmî sitesinde özellikle hikâye anlatıcılığına değiniyorsunuz. Bunun sizdeki yeri nedir?
Küçükken, “Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?” dediklerinde hayalim hep Fas’taki hikâye anlatıcıları gibi bir anlatıcı olmaktı. Diğer yapım şirketleri denenmemiş, yeni trendleri sevebilir; ama bunların içinde bizim konsantre olduğumuz şey, aslında hikâye anlatmak ve bunun mecrası ile formatı üzerinde çok yenilikçi değiliz. Ancak bu, yeniliğe karşıyız anlamında değil; yani odaklandığımız şey, formatından ziyade hikâyenin kendisi.
Bunun yanı sıra atölyeler düzenliyorsunuz. Bunlardan biraz söz eder misiniz?
Bu benim kişisel olarak yaptığım bir şey. Aslında ortak yapımlar benim daha çok çalıştığım alan, dünya genelinde fon ve finansman bulmak gibi. Herkesin merak ettiği bu konuyu yapımcılık atölyelerinde fikrin filme dönüşmesi sürecini anlatıyorum. Bundan sonra da iki ayda bir Beyond’un etkinlikleri olacak ve onda da finansman üzerine konuşmalar yapacağım, istendiği zaman her koşula rağmen nasıl film çekilebileceğini anlatacağım. Herkes yaratıcı tarafla ilgili çok şeye sahip ama adımı atmaktan korkuyor; ben de bunun nasıl gerçekleştirilebileceğini göstereceğim. Aslında dünyada keşfedilmeyi bekleyen çok fazla yetenekli insan var; ama tanıdığımız, yapımlarıyla bildiğimiz isimler keşfedilmeyi bekleyenler değil, harekete geçenler. Belki çok yetenekli olabilirsin, ama bir şey ortaya koymadığın sürece kimsenin senden haberi olmaz. Fikir, bu işin çok küçük bir parçası; herkesin bir fikri, hikâyesi olabilir. Ama bunu ürün olarak ortaya dökmediğimiz zaman hiçbir önemi olmuyor. Onur Ünlü’nün de bir panelinde söylediği gibi, “Yazmaktan eline kramp girenle girmeyen bir olur mu?”
Yapımcılık dışında kalemi elinize alıp senaryo başına geçme veya kamera arkasında yönetmen olarak bulunma deneyiminiz/girişiminiz oldu mu?
Blues’un senaristi benim, Kolej Havası’nınkini de ben yapıyorum. Yönetmenlik yapsam da adımı cast’ta yazdırmıyorum. Esas odağım bu değil çünkü. Ben projeleri tasarlıyorum, karakterleri anlatıyorum, dünyasını veriyorum, senarist de yazıyor. Bu şekilde birkaç tane dizimiz var, ileride devam edeceğiz bu tür çalışmalara.
Son olarak film yapmak isteyenlere vermek istediğiniz bir tavsiye var mı?
Üretmeyen kimsenin eleştiri yapmaya, “Bana neden şans verilmiyor” sorusunu sormaya hakkı olmadığını düşünüyorum. Bana Beyond’da biri sormuştu, “Ben kurgu yapıyorum ama kimse benim yaratıcılığımı fark etmiyor, bana fırsat vermiyor, ne yapabilirim?” diye. Ben de ona bizim kurgucumuzun nasıl keşfedildiğini anlattım. Biz bir sosyal medya ajansında çalışıyorduk, o da grafik tasarımı bölümünde görev yapıyordu. Ama öyle değişik kurgular, grafikler, tasarımlar ortaya koyuyordu ki onda bir kurgucu gözü olduğunu fark ettik. Daha sonra şirketten ayrıldığı gibi onu alıp kurgucu olarak yetiştirdik. Elbette bu herkesin başına gelmez ama söylemek istediğim şu: Ne kadar yetenekli olursa olsun yerinde duran kimse bir şey hak etmez. Dünyada herkesin yeteneği var, ama bunu göstermek için bir çaba harcanmıyorsa bir önemi yok. Herkesin çok talep ettiği, istediği bir yolculuk bu, dolayısıyla elbette çok zor olacak.