Öğretmen ve öğrenci ilişkisi sinemanın hassas denklemlere dayalı sıkça işlenen konularından biridir. Şimdiye kadar sıklıkla ilham verici öğretmen tasvirleri, yasak öğrenci & öğretmen romantik ilişkileri olarak seyre sunuldu bu konu. Zaman zaman da babacan ya da anaç yaklaşımların ince çizgisinde birçok karakter anlatının merkezinde kullanıldı ve kullanılmaya da devam ediyor. The Kindergarten Teacher (2018) tam da bu ince çizginin aşıldığı, sınırın ihlal edildiği, izlerken birçok farklı sebeple sizi diken üzerinden bırakan bir öğretmen & öğrenci ilişkisini merkezine alıyor.
Anaokulu öğretmeni Lisa, monoton bir hayat süren, iki ergen çocuk annesi evli bir kadındır. Şiir yazmak üzerine bir kursa giden ve daha entelektüel bir yaşam biçimi ve çevrenin arayışında olan Lisa, tesadüfen beş buçuk yaşındaki öğrencisi Jimmy’nin şiire olan yeteneğini keşfeder. Başlarda yeteneği destekleyen bir öğretmen portresi görmeyi umduğumuz film, hızla Lisa’nın kontrolsüz bir şekilde ihlal edilmemesi gereken tüm sınırları ihlal ettiği bir anlatıya evrilir.
Filmi izlerken, Jimmy’nin ilk şiirini duyar duymaz merakını cezbeden bu yeteneği derinlemesine anlamak isteyen Lisa’nın, bazı sınırları aşmakta çekince görmediğini hızla anlıyoruz. Oyun alanında küfür eden öğrencileri arasında sadece Jimmy’i cezalandırdığı ve onunla yalnız konuşma fırsatını kendine yarattığı anda, ortada bir art niyet olduğunu söylüyor hikâye bize. Lisa’nın öğretmen olarak, Jimmy üzerinde otoritesini kullandığını ve olağandan farklı davranmaya başladığını görüyoruz. Jimmy’nin şiirini keşfetmek için olsa dahi, bu hareketin olağan bir ders anında ya da sadece Jimmy’i uzaktan takip ederek yapılmayışı, daha ilk dakikalardan karakterin nasıl bir yol izleyeceğine dair ipuçları vermeye başlıyor.
Jimmy arkadaşlarıyla oynamak yerine şiiri ile ilgili sorguya çekiliyor. Annesi ölmüş (en azından o an için çocuğun söylemi bu yönde) beş buçuk yaşındaki bir çocuğu ölüm temalı bir şiirle provoke etmeye çalışan Lisa, istediği kadar masum bir ifade takınıp dostane bir yaklaşım sergilese de bu, yaptığı hareketin Jimmy’i suistimal etmek olmadığı anlamına gelmiyor.
Filmin başarısı biraz da burada ortaya çıkıyor. Yönetmen Sara Colangelo’nun kurduğu atmosfer, Lisa karakteriyle belli noktalarda çok rahat empati kurabilmemizi sağlarken, onun yaptığı yanlışları göz ardı edecek kadar da bir göz boyama çabasına ya da mazur gösterme eforuna girmiyor.
Şiirleri hakkında konuşmak için öğrencisini öğle uykusundan uyandıran bir öğretmen, ondan kurtulmak için uyuyor numarası yapmak zorunda kalan küçük bir çocuk sahnesini sunarken; şu an bu cümleleri okurken hissedebileceğiniz sert kenarları koymuyor çerçeveye ya da göze sokarcasına doğruyu, yanlışı dikte etmiyor seyirciye. Oldukça sakin bir atmosferde ve usul usul hareketler ile beş buçuk yaşındaki Jimmy’nin üzerinde öğretmeninden gelen bu ilginin getirdiği yükü gösteriyor bizlere.
Lisa uzaktan bakıldığında sorunsuz evliliği, iki çocuğu, severek yaptığı işiyle klasik bir portre çizse de, içinde büyük bir tatminsizlikle yaşıyor. Kendinden, kocasından, çocuklarından, hayatının her öğesinden tatminsiz bir kadın izliyoruz. Bu tatminsizlik bir orta yaş bunalımı ötesinde kendini hiç bulamamış olmanın getirdiği ağır bir yük gibi karşımıza çıkıyor. Lisa yeteneğe, zekâya, entelektüeliteye aç; bunların değer gördüğü bir toplulukta, bunlardan beslenilen bir hayatta yaşamak istiyor.
Çocuklarına zekâlarını kullanmaları yönündeki telkinleri, onların entelektüel bir yaşam biçimini benimsemeleri yönündeki isteği ve hatta baskısı, filmi izlerken şu soruyu getiriyor akla: “Acaba ergenliğinde Lisa bunları yaptı mı?” Bu sorudan yola çıkarak Lisa’nın Jimmy’nin yeteneğine olan hastalıklı ilgisinin sebeplerine inmek belki mümkün olabilir. Belki genç Lisa tam da çocuklarının olmasını istediği gibi bir genç oldu ama bir yeteneği yoktu ve bu gerçekle hiç barışamadı. Belki de bu yüzden etrafında gördüğü zekâ ve yeteneği yüceltmek, ne pahasına olursa olsun beslemek için önemli bir dürtüye sahip oldu. Sebebi ne olursa olsun, kendisi sahip olmadığı yeteneklere sahip kişilerin, bu yetenekleri değerlendirmiyor oluşuna, toplumun buna değer vermiyor oluşuna bir tepkisi var karakterimizin ve bu da yaptıklarının -kabul edilebilir olmasa da- temelini oluşturuyor.
Maggie Gyllenhaal’un ustalıkla hayat verdiği, hikâye süresince her adımda daha da ileri giden ve aksiyonlarının sonuçlarını düşünmeyen Lisa’nın, git gide kırılmaya giden yolculuğunun iç burkan bir yanı da var. Önceleri idealist bir öğretmen kimliğinde iken git gide histerikleşen, sağduyusunu kaybeden ve buhrana doğru sürüklenen bir kadın görüyoruz karşımızda. Lisa’nın hikâyesinde onu hem canlı tutan hem de yıkıma sürükleyen şey ise küçük Jimmy ve onun ezber bozan yeteneği oluyor.
Son raddeye kadar Lisa’nın uç hareketlerinin hiçbir dişe dokunur tepki almaması filmin inandırıcılığına biraz gölge düşürse de, bu durum karakterin her adımda daha da ileriye gidişinin önünü açmak adına anlatıya hizmet ediyor. Her ne kadar Sara Colangelo, karakterin portresini çizerken, onu öğrencisini kullanan, sömüren biri gibi yansıtma derdine düşmese ya da haklı çıkarma çabası sunmuyor olsa da, oldukça açık ve dozu artan bir istismar hikâyesi izliyoruz diyebiliriz.
Hikâye süresince birden fazla kez, tabu görülebilecek sorgulamalar da seyircinin aklına iliştiriliyor. Kendi çocuklarını yetersiz görmek, kendinle yetinemediğini kendine itiraf edememek, küçük bir çocuğun ailesine yalan söyleyip onu kaçırmayı rasyonalize etmek ve daha niceleri… Filmde sesler yükselmeden, büyük aksiyonlara girilmeden sunulan daha bir sürü bu tarz nüans, aslında eserin minimal gücünü ve vuruculuğunu özetler nitelikte. Büyük laflar etmeden büyük konulara el atan bir yapım karşımızdaki.
Filmi, öğrencisinin yeteneğini keşfeden ve bunun için her şeyi yapan bir öğretmen portresi ile okumak neresinden tutulsa eksik kalan bir yaklaşım olacağından, bu romantize edilmiş bakış açısını sıkça gören bir izleyici için film farklı beklentiler doğurabilir belki. Ancak bu hikâyeyi tanımlayacak olası kelimelerin bu romantik sulardan oldukça uzak olduğunu söyleyebiliriz. Lisa’nın görünmez olma hissiyatı, tatminsiz ruh hali onun psikolojik durumuna dair bir empati oluştursa da bu durum sonrasındaki aksiyonları için bir mazeret teşkil etmiyor elbette.
Oldukça ağır tempolu bir anlatı izlese dahi ilgiyi hep canlı tutan film, ilk adımda öğrencisinin yeteneğini destekleme fikriyle yola çıktığını düşündüğümüz öğretmenin bu uğurda yaptıklarının kabul edilebilirlikten uzaklaştığı yolculuğunu anlatırken, oluşturduğu güçlü atmosfer ile de izleyeni etkisi altına almayı başarıyor. Lisa’nın tüm tatminsizliği, yoz topluma karşı tepkisi ve eksiklenmeleri fonunda, izlemesi yer yer rahatsız edici olan bu yapım; sonrasında da seyirciyi düşünmeye iten bir etkiye sahip.
“Bu dünya seni silecek, sen de benim gibi bir gölge olacaksın.” –Lisa