Dünya prömiyerini 36. Uluslararası Tokyo Film Festivali’nde gerçekleştiren Rosinante (2023)filmine Cezayir’de düzenlenen 4. Annaba Film Festivali Jürisi En İyi Senaryo Ödülü’nü verme nedenini şöyle açıklar: Hayatın kalp atışlarını hissettiren bir senaryo. Baran Gündüzalp’in ilk uzun metraj çalışması olan film, Türkiye prömiyerini ise 43. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirmiş ve daha pek çok uluslararası festivale de seçilerek sinemaseverlerin ilgisini çekmeyi başarmıştır. Filmin kendisinden önce dikkat çeken bir diğer unsur ise, farklı ve ilgi çekici bir illüstrasyonla Kaan Bağcı tarafından hazırlanmış olan, içinde İstanbul’un da tasvir edildiği afişidir.
Beyaz yakalı Salih, bir süredir işsizdir ve pek çok yere başvurmasına rağmen iş bulamaz. Eşi Ayşe, mimarlık mezunu olmasına rağmen çağrı merkezinde çalışır. Daha da önemlisi çiftin, altı yaşına gelmesine rağmen hâlâ konuşamayan Emre isminde bir oğulları vardır. Salih ve Ayşe’nin en büyük arzusu, çocuklarının bir an önce konuşabilmesidir. Zaten yeterince yaralayıcı olan bu sıkıntılar yetmezmiş gibi bir de oturdukları apartmanın kentsel dönüşüme girmesi nedeniyle kiralık ev aramak zorundadırlar. Burada sıkıntının kendisi kiralık ev aramak değil, asıl olarak uygun fiyatlı bir ev bulabilmektir. Çünkü içinde bulundukları dönem, tam da kiraların topuzu kaçmış kantar gibi sürekli yükselmeye başladığı bir dönemdir. Aslında filmin yazıldığı dönemde, kiraların henüz aşırı yükselmediği göz önüne alınırsa Rosinante filminin yaratıcısı ve üreticilerinin geleceği öngörebildikleri ifade edilebilir.
Filmdeki ana karakterler, oldukça gerçekçi karakterler. Ayşe karakterinin buna ek olarak bu kadar güçlü olmasının nedenlerinden biri ise, senaryonun Deniz Yeşilgün tarafından da yazılmış olması ile açıklanabilir. Salih’in bazen gizli bazen de aleni bir şekilde, neredeyse her fırsatta Ayşe’yi aşağıladığı anlarda Ayşe de gereken cevabı vermekte gecikmez. Bu aşamada, Salih karakteri ile ilgili önemli bir özellik göze çarpar: Bazı erkeklerin ne kadar eğitimli, çağdaş, kendini geliştirmiş olsalar da kimi zaman kadınlara, eşlerine üstten bakma eğilimlerinin devam ettiğidir. Rosinante, bu yönüyle asıl olarak barındırdığı ekonomik ve sosyal sisteme yönelttiği eleştirilerin yanında feminist eleştiri de içerir.
Filmin üç kişilik aileden oluşan ana karakterleri arasına bir de çiftin sahip olduğu Rosinante* adlı motosiklet ve İstanbul da eklenebilir. Çünkü motosiklet ve İstanbul, bu filmde ailenin yaşamını şekillendirme konusunda bir hayli pay sahibidir. Filmin ana mekânlarından biri olan ailenin evi ise, her zaman gerginlik ve negatif elektrik yüklüdür fakat giriş katta bulunan evin bahçesi bir nebze de olsa dinginlik sağlar. Bunun sebebi olarak bahçe duvarlarının canlı bir mavi ile boyanmış olması ve Rosinante’nin bahçedeki varlığı şeklinde belirtilebilir. Çünkü Emre, evin negatifliğinden dolayı mümkün olan her an, bahçede Rosinante’nin üzerinde uzanıp gökyüzünü izler veya uyur.
Susuz Balıklar ve Konuşmayan Emre
Film, aslında 2020’de “Balık Kırgını-Rosinante” ismiyle Kültür Bakanlığından “İlk Film” desteğini almıştır ve açılışını da akvaryum, balık ve su görüntüleriyle yapar. Bu açılış sahnesinin anlamı ise ilerleyen sahnelerde daha iyi anlaşılır. Filmde, bazen Emre’nin gördüğü rüyalara da tanıklık edilir. Çocuğun rüyaları, tam bir bilgelik barındıracak şekilde mesajlar verir. Örneğin; rüyalarında (aslında kabuslarında) evin zemininde gördüğü çırpınan balıklar adeta ailenin çırpınışlarını da simgeler. Çünkü çocuğun kabusunda, evin zemininde su ya yoktur ya da çok yetersizdir. Suyun yokluğu balıklar için nasıl yaşama alanı bırakmıyorsa sürekli tartışma ve gerginlik yaşanan evleri de Emre için nefes alma imkânı bırakmaz. Bu yüzden de Emre, her fırsatta evdeki kolilerin içine girer; o ortamdan uzaklaşmak, zaten pek de görünür olmadığı için daha da görünmez olmak ister. Kolilerin içine sığınıyor gibidir. Ayrıca pek çok evde olduğu gibi bu evde de sürekli konuşulan şey ödemeler, faturalar ve aidatlardır. Üstüne üstlük motorlu taksiciliğe başlanınca yapılan iş başına para kazanıldığı için daha çok hesap-kitap yapılır, sıkça daha fazla kazanabilmenin yolu yordamı konuşulur. Emre, bütün bu konuşmalar yüzünden daha çok içine kapanır. Çift, elbette motorlu taksicilikten para kazanmaya başlar fakat bu sefer de Emre’ye daha az vakit ayırabilmeye başlar. Daha da önemlisi Emre, en yakın arkadaşı Rosinante’yi artık pek göremez olur ve bu onu daha da yalnız hissettirir.
Emre, duygusal farkındalığı çok gelişmiş bir çocuktur. Filmin çoğunluğu onun gözünden gösterilir. Aslında evdeki sorunların o kadar farkındadır ki sadece öylece durduğu zannedilen bu çocuk, kabuslarında bile ailesinin sorunları görür. Gün içinde fırsat buldukça üstelik konuşamasa da anne babasına, basit çözümler göstermeye çalışır. Fakat Salih ve Ayşe, kendilerini hayatın kaosuna o kadar çok kaptırmıştırlar ki yanı başlarındaki çocuklarını ve onun sunduğu çözümleri bile fark edemezler.
Ana Karakter ve Film Seti Olarak İstanbul
Bütün büyük şehirler gibi İstanbul da sabit, dar gelirliler veya hiç geliri olmayanlar için her zaman ağır mücadelelerin yaşandığı bir arena olmuştur. İstanbul’un ortalama bir semtinde yaşayan çiftin yeni kiralık ev arama süreçlerinde, evde en çok konuşulan konulardan biri de elbette ki yeni ev bulma ve taşınma konusudur. Maddi yetersizlikler ve giderek yükselen kiralar dolayısıyla bırakın kaliteli veya ortalama yerlere, Bağcılar’a bile güçlerinin yetmeyeceği acı bir şekilde anlatılır. Çünkü seçkin kesimlerin pek beğenmediği ve eskiden ucuz olan Bağcılar bile pahalanmıştır. O güne kadar hep kendi kapalı dünyalarında yaşayan çift, motorlu taksicilik işi sırasında bambaşka bir İstanbul’la, o güne kadar gördükleri ortalama semttekinden farklı insanlarla tanışmaya başlar. Sıra gecesine giderken, çiğ köftenin tarihçesini anlatanlardan mesleği berber olan fakat kendini gururla ve hoşnut bir şekilde “saç sanatçısı” olarak tanıtan gençlerle, travestilerle ve daha pek çok kesimden geniş ve renkli bir insan yelpazesiyle karşılaşırlar.
Filmin çarpıcı sahnelerinden biri olarak ise Salih’in yine olumsuz geçen bir iş görüşmesinden sonra soluklanmak için durduğu ve karşısında metrelerce yükseğe çıkmaya devam eden inşaatların bulunduğu sahne gösterilebilir. İşte tam da bu sahnede, yel değirmenleri ve Don Kişot zihinlere düşebilir. Binaların ve inşaatların karşısında Salih tıpkı Don Kişot gibi oldukça güçsüz görünür. Bu sahne, ironik bir mesaj da barındırır. O da yüzlerce, binlerce daire inşa edilmesine rağmen ve var olan yüzlerce ev boş bırakılıp çürümeye terk edilirken Salih ve ailesinin, sığınabilecekleri insani koşullara sahip bir kiralık eve dahi ulaşamadığı mesajıdır.
Filmde, Rosinante ile yolculuk yapıldığı zamanlarda kamera, yine İstanbul’un farklı sokakları ve yoksul kesimlerine bakmaya devam eder. Zaten konusu, gerçek hayatın tam içinden çıkıp gelen olaylar ve karakterler olan filmde, bazı sahnelerinde kullanılan gerçek sokak görüntüleriyle belgesele benzer bir atmosfer oluşturulur. Ek olarak müzik kullanılmayıp doğal çevre ve mekân seslerinin tercih edilmesi de bu atmosferi arttırır. İtalyan yeni gerçekçi akımın esintileri bulunan bu toplumsal gerçekçi filmde bir diğer dikkat çeken sahne, Salih’in bir gün Rosinante ile dolaşırken, çok kısa bir anlığına göze çarpan duvar yazılarının görüldüğü sahnedir. Yazılar, binlerce insanın yaşadığı barınma probleminin çözümüne işaret eder. Hem aslında kim istemez ki barınma probleminin çözülmesini; realizm yerine idealizmin, hayal kurmanın ve Don Kişot’un kazanmasını?
Sonuç olarak Rosinante, kimi zaman bazı diyalogları tekrara düşse de hayatın yoruculuğunu (zaten hayat, mülksüzler ve Don Kişotlar için öyle değil midir?) işlemesiyle, ailenin yaşadığı problemleriyle, çiftin birbiriyle olan ve hem Emre’yi hem de izleyiciyi geren iletişimiyle “Ne kadar da bizden.” dedirtebilen yani pek çok yönüyle hafızalarda yer etmeyi hak eden bir film olarak değerlendirilebilir.
*Rosinante: İspanyol yazar Miguel de Cervantes’in “Don Kişot” adlı romanındaki aristokrat Don Kişot’un cılız ve yaşlı atının ismidir.


























