Sanırım görmediniz;
Şimdi şuradan geçti.
Yazık görmediyseniz,
Böcek gibi güzeldi.
Özdemir Asaf, Yaşam
Milyonlarca isim geçiyor yeryüzünden ve her isim arkasında bir hikâye bırakıyor kalanlara. Özdemir Asaf’ın satırlarında yer verdiği gibi, görmüyoruz pek çoklarını onlar geçip gitmeye devam ederken.
Hayatta kalma içgüdüsüyle doğan insan, ölümsüzlüğü bulmak istedi yıllarca. Bulamadı. Bu arayış insana başka şeyler getirdi. Resimler çizildi başlarda, bir şeyleri aktarabilmek için. Resimler çizildi sonralarda, kendini geleceğe aktarabilmek için. 15. Louis varlığını devam ettirmek adına kendini mumyalatmadı belki ama, Le Brun’a portresini çizdirdi. Bir portredeki imaj, var olduğunun kanıtıydı onun için. Sonraları fotoğraf çıktı, varoluşu belgelemek adına. Bazin’in de söylediği gibi; “Eğer plastik sanatlar psikanalizle incelenseydi, ölümün mumyalanması onun yaratımının temel faktörü olarak karşımıza çıkardı.”
Kimileri sanatı varlıklarını devam ettirmek için kullanırken kimileri derdini anlatmak için kullandı. 1918 senesinde İsveç’te Ernst Ingmar Bergman, derdini anlatanlardan olmayı seçmişti. Protestan bir papazın oğlu olan Bergman, kilisedeki rustik çizimler sayesinde sanatın anlatı gücüyle tanıştığında derdini sanat ile anlatacağını tahmin etmiş miydi bilinmez. Fakat bu tanışma, sinema sanatının mihenk taşları olmayı başaran filmlerin ortaya çıkmasını sağladı. Ve Ingmar Bergman ölümsüzlüğü buldu.