Usta yönetmen Reha Erdem’in 2013 yapımı filmi ‘Jin’, gerilla bir kızın örgütten ayrıldıktan sonra evine ulaşmak üzere yola koyulmasını konu alıyor. Dağlardan uzaklaşarak ormanın derinliklerine doğru ilerleyen Jin için, dönmek de kalmak da zor, durmaksa fazlasıyla tehlikeli. Tüm kafa karışıklığı ile kendi bilinmezliğine doğru ilerlemek zorunda. Film boyunca hayalleri, kaygıları, öfkesi, unuttuğu kadınlığı, vicdanı, şefkati ile Jin’i izliyor ve üniformasının içine sakladığı ruhuna tanıklık ediyoruz. Reha Erdem, etkileyici anlatımı ile karakteri içselleştirmemize ve aynı zamanda doğa ile aramızdaki bağı hatırlamamıza vesile oluyor şüphesiz. Sinematografisiyle ise her zaman olduğu gibi büyülüyor.
Kosmos (2009) gibi diğer filmlerinden herhangi birini izlediyseniz, Reha Erdemin kuru bir şekilde gerçeği yansıtmakla ilgilenmediğini bilirsiniz. Reha Erdem gerçekçiliği kendine has bir dünya yaratarak ve konuya buradan yaklaşmanın derdinde bir yönetmen. Bu yüzden bence farklı ve başarılı bir yönetmen. Bu filmde de aynı işleyiş tarzı var.
Jin’in niye dağda olduğunu düşünmek filmden uzaklaşmak demektir. Bence Jin topluma tekrar eklenmek için çabalıyor. Varoluşunu tanımlayıcı kadınsal özelliklerinin tehdit altında kalmasından dolayı film boyunca isyan ediyor ama bunun sonunda da toplum dışında kalmayı başarıyor. Kaçmak hayatının bir parçası olan ” Jin‘in sevmek, görmek, duymak, öğrenmek adına geçirdiği yalnız günler, doğaya ve hayata tutunmak için normal yaşama dönme çabaları, masalsı bir anlatımla yorumlanıyor. Aslında film hem gerçek dünyayı hemde gerçek dünyadan kaçış aracılığıyla hayali dünyayı birleştiriyor.
Karakterlerin içinde sıkıştıkları durum kadar, farklı bir evreye geçmenin getirdiği gerilimin de etraflarını kuşattığı Jin’de görülebilir. Jin “kadın olma”ya doğru yol aldığının da farkına varır. Bu farkındalığın gelişmesi ise erkek bakışı üzerinden gerçekleşir. Jîn’in isyanı, insanın doğuştan sahip olduğu biyolojik bedeni şekillendiren toplumsal koşullar, medeniyet ve baskın kültürün tektipleştirici ve dayatmacı yanına yönelik gelişir. Bir teoriye göre insan bedeni bir anlamda karşısındakilerin bakışlarıyla şekillenir. Yani beden de bir tür nesne gibi belli anlamlar ve kodlarla kuşatılır. Erkek gözünden kadın bedeninin cinsel bir obje olarak görülmesi ve kadın bedeni üzerinde kurulmaya çalışılan hâkimiyet, Jin’de Kırmızı Başlıklı Kız masalı üzerinden ilerler. Erkek saldırısının sayısının fazla abartıldığını düşünsekte, Masaldaki kurtların yerini erkekler almış. Dikkatli izleyince babaanne karekterinden gerçekten soyut bir şekilde modern bir kırmızı başlıklı kız sulüetinide, kurt erkeklerle filmde görebilirsiniz.
Doğanın ona arkadaşlığı, onu saklaması ve hayvanların dostluğu insanı hayvana yaklaştıran bir anlatımı getiriyor. Doğa ve hayvanları en iyi kullanan ve anlatan türk yönetmen olduğunu düşünüyorum.
Jin kafa karışıklığı ile beslenen, düşünsel ve eylemsel bakımdan sürekli olarak bir arada bir derede olan bir karekter. Film uzadıkça Jin karakteri asıl noktadan uzakta isyanını göstermekte zayıf kalıyor, belkide amaç bundan uzaklaşıyor. Jin, iki ateş arasında kalmaktan ziyade bir yere ait olmaktansa hiçbir yere ait olmama fikrine ulaşamamanın şaşkınlığını hissediyor.
Belli bir süre sonra Jin, karakterin dağa çıkış ve dağdan kaçış sebepleriyle ilgilenmiyorsunuz. burada izleyiciyi de arada bırakıyor. Bu Reha Erdem’in tarafcı olmak istememesi ile olabilir. Kadın olabilmek kimliğine bürününce kırsalda yaşağıdı saldırılar “dağlar (yukarısı) mı, yoksa hayallerine ulaşmak için indiği kırsalın mi daha tehlikeli olduğunu düşündürüyor, terörün iğrenç yüzünün vurgulanmaması dağların daha iyi olduğunu aptallığını sizde yaşatabiliyor ve filme bu açıdan kızabilirsiniz, ama asıl anlatılan bu değil bunu anladığınızda bu konuyu unutup Jin’e odaklanıyorsunuz.
Kaliteli ve farklı bir yapım izlenmeli.