Yıl 1927… Kapitalizmi eleştiren kitaplarıyla nam salan sosyalist kalem Upton Sinclair, paranın ve iktidar hırsının insan doğasında yarattığı tahribatı, yozlaşmayı, sınıf farklılıklarını, sosyal adaletsizlikleri, işçi haklarını ve sömürgeciliği anlattığı Oil! – Petrol! adında destansı bir roman yazar. Yaşamını petrol bulmaya adayan hırslı, zalim ve kötü ruhlu bir petrol milyonerinin oğlu olan Bunny’nin birincil ağızdan anlattığı hikayede milyoner iş adamları, tarikat liderleri, senatörler ve film yıldızlarıyla birlikte 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başları arasında değişen dünya düzenine tanık oluruz. 1898’deki “Altına Hücum” döneminden 1929’daki ekonomik buhranın öncesine kadar olan süreçte kapitalizm yükseldikçe yükselir, öte yandan dinsel fanatizm de doruk noktasına çıkar.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Bolşevik İhtilali çıkınca Amerika, Rusya’ya asker gönderir. Gönderilen askerler arasında Bunny’nin çocukluk arkadaşı sosyalist Paul da vardır. İşçi sınıfı haklarını savunan Paul sonunda kaybeden taraf olur. Paul’un ikiz kardeşi Eli ise dini bir sömürü aracı olarak kullanıp kilisede verdiği vaazlarla kitleler üzerinde geniş etki yaratabilen güçlü ve zengin bir konuma gelir. Hırs, petrol, kan, para, açgözlülük, erkeklik, iktidar gibi kavramların babasını ve çevresini esir aldığını gören Bunny bir nevi kızıl milyonerliğe soyunarak babasının anti-tezi olmaya başlar. Öyle bir kitaptır ki Oil!, bir tren yolculuğunda Sabahattin Ali romanı okumaya başlar, bitirir ve “Bu romanda olanların onda biri doğruysa, namuslu bir insan mutlaka solcu olmalıdır.” der.
Yıl 2007… Romanın yazılmasından tam seksen yıl sonra, kimilerince Stanley Kubrick ve Robert Altman gibi usta yönetmenlerin yeni varisi olarak nitelendirilen yönetmen Paul Thomas Anderson, Sinclair’in Oil! romanını There Will Be Blood – Kan Dökülecek adıyla sinemaya uyarlar. Kitapta Bunny petrol milyoneri babasından, Paul ise kardeşi Eli’den daha çok yer kaplarken filmde bu durum tam tersine döner. Anderson, kitabın ilk yüz elli sayfasını baz alarak serbest bir uyarlama yapar, dolayısıyla kitap ve film arasında uçurumlar oluşur. Özellikle sendikalara, işçi sınıflarının mücadelesine ve grevlere filmde rastlamak pek mümkün değildir. Buna rağmen Anderson yoğun bir karakter çalışması yaparak modern Amerika’nın temelleriyle ilgili tıpkı romanı gibi bir başyapıt çıkarmayı başarır. Romanın baş karakteri olan Bunny’i üçüncü konuma iterek petrol milyoneri Daniel Plainview ile Üçüncü Devrim Kilisesi’nin pederi Eli arasındaki hırslı çekişmeye odaklanır. Bunny, daha çok Plainwiev tarafından kullanılan bir dekor gibi arka planda gösterilir. Kitapta önemli bir yer kaplayan Paul karakteri ise başlardaki ufak bir sahne haricinde filmde gözükmez bile.
Karanlık bir dünya ile trajik bir karakterin doğuşunu anlatan ve mitsel bir tabloyu andıran on dört dakikalık diyalogsuz açılış sekansında Plainwiev’in adeta kanıyla, canıyla, elleriyle kazarak petrol çıkartışını izleriz. Bu öyle bir hırstır ki, petrolü çıkartırken geçirdiği kaza hayatı boyunca topallamasına sebebiyet verecek olsa da yüzünde tarif edilmez bir kibir oluşur. Aynı hırs ve kibir ifadesine daha sonra Plainwiev’e herkesin ortasında günah çıkarma seansı uygulayacak olan peder Eli’nin suratında da rastlarız. Din ile paranın dünyanın en büyük sömürü araçları haline gelmesini iki farklı kişinin aynı zafer ifadesini kullanarak anlatmak hem Anderson’ın metninin, hem de Daniel Day-Lewis – Paul Dano ikilisinin güçlü oyunculuklarının başarısıdır.
Biyografik bağlamda filmdeki Daniel Plainview karakterini Orson Welles’in 1941 tarihli başyapıtı Citizen Kane – Yurttaş Kane’deki Charles Foster Kane ile benzeştirmek mümkündür; zira hırs, kibir, güç, iktidar sarhoşluğu, inanç ve kapitalizm gibi ortak temalar üzerinden benzer bir karakter sunumu yapar Anderson. “Hedefe ulaşmak için yapılan her türlü kötülük ve sahtekarlık mübahtır” düşüncesi içerisinde sahte oğlunu sürgüne gönderip, sahte ikiz kardeşini öldüren Plainwiev, tüm bu “sahte”likler içerisinde korkunç bir gerçekliğe sahip tek karakter olarak unutulmazlar arasına girer.
Yıl 2014… Hem romanda, hem de filmde anlatılan tüm hırslar, yozlaşmalar, aldatmacalar, adaletsizlikler, kapitalist güçler, sömürüler, bağnazlıklar, savaşlar ve cinayetler ne yazık ki günümüzde hâlâ devam etmekte. Aynı sahtelikler, tıpkı romanda ve filmde olduğu gibi, hâlâ “büyük” bir gerçekliği oluşturmakta. Artık ne Plainview’in filmin başında elleriyle kazarak açtığı derin kuyunun kapanması, ne de kuyudan fışkıran petrolün artık durması mümkün değildir!
Not: GalaPera Fanzin’in Nisan 2014 sayısında yayınlanmıştır.